Sabah
işe gitmek için servis beklerken üç tane küçük gördüm. Çift şeritli yoldan
geçip muhtemelen okula gitmeye çalışıyorlardı. Büyük tedirginlik ve korku
içinde el ele tutuşarak zar zor geçtiler karşıdan karşıya. İkisinde mavi okul
çantası, belli ki aynı yerden temin edilmiş. Diğeri kız, onun elinde bir poşet,
içine sıkıştırılmış kitaplar, defterler, kalem poşeti delmek üzere… yaşlarının
ancak ilkokul bir yada ikinci sınıf ayarında olduğunu düşünüyorum. Anne baba
yok, bir büyük yok başlarında. Belki de hiç yoklardır, savaştan sağ
çıkamamışlardır. Orta refüjde, direğe yazılmış uyarı yazısını okumaya
çalışıyorlar, daldılar bir müddet.. sonra koşarak karşıya geçtiler. Küçük kız
yetişemiyor, elindeki poşet yırtılıp parçalanacak şimdi.
Cuma
akşamı berberdeyim. İnatla berber demeye devam ediyorum. Kuaför anlamsız
geliyor, içi boş birazda özenti… Sanki dilime dilime sokulmaya çalışılıyor.
Berber iyi. Saç tasarım merkezi diye de bişey uydurmaya başlamışlar. Kendini
saç üzerinde sanatçı gören yeni neslin çıkarması işte… Oysa berber iyi, sade,
saçın “kırkılacağını” anlıyor insan… Türkmen bir baba var. İki çocuğu birde,
ikiz. Onlardan öğrendim “kırkılma” olduğunu, saç tasarımının. Daha doğrusu
zihnim tazalendi. Çocukken babam da öyle derdi. Yağsız bir makinesi vardı,
kırkardı saçlarımızı. Telaferden gelip, yurt bulmaya çalışmışlar önce, beş
çocuk, hanım bir de kendisi yedi kişi. Ne bulursak onunla geçiniyoruz diyor. Aracı
olmuş birisi devletin atıl durumdaki binalarından birine yerleşmişler. Camlar kırık
diyor, soğuk oluyor ama ne yapalım, Amerikanın, Kırmançilerin ve Işid’in
bombalarından yeğdir. Üç çocuğuna birden araba çarpmış daha geldikleri ilk
günlerde. Bu ekizler kurtuldu diyor, ötekinin zihni karışmış. Hafızasını kaybetmiş.
İyileşir demiş doktorlar. Doktorlar eyi diyor, bedava hem de. Törkiye böyük
devlet. Allah zeval vermesin…
Sonra
köşe başlarında su,mendil satmaya çalışan yine o çocuklar. Daha küçücükler. Arabanın
tekerleği kadar boyları yok. Bir el görürsünüz yalnızca camdan uzanan. Çocuk aşağıda.
Boyu yetmiyor. Göremezsiniz, camınızı açmazsanız.
Hiçbirimiz
göremiyoruz kapımızı, camlarımızı sıkı sıkıya kapalı tuttuğumuzda. Görmek istemediğimizde
kaçıveriyoruz. Yolumuzu değiştiriyoruz. Karşımızdan çarşaflı, peşinde üç beş
çocukla yürüyüp gelen kadın gördüysek, Suriye göçmenidir o. Türkmen mi, arap
mı, alevi mi Sünni mi, şii mi bilmiyoruz yüzüne bakınca. Tek bir şey biliyoruz.
İnsan işte. Benim gibi senin gibi, fiziken, ruhen insan işte.
Ne
halk bu karışıklığın altından kalkabilir, ne devlet tam anlamıyla başa
çıkabilir sorunla. Denizde boğulup ölen mültecileri batı, Türkiye’ye para
vererek engelledi güya. Onların yüzünden çıkan savaşlardan, Onlar etkilenmesin
diye, tampon görevi görüyoruz. Çünkü bizim sınırımız dip dibe, çünkü biz de
müslümanız, çünkü biz vicdanlıyız, ayaklarında ayakkabı olmayan bebeklerin
yollara mendil, su satmak için çıkması içimiz acıtıyor. Acıyoruz, biz Batı gibi
değiliz. Ama olan güzel vatanıma, olan güzel Anadolu insanına oluyor. Anadolu
insanı çıkan sorunların, yapılan hırsızlıkların, işlenen cinayetlerin sebebini
hep göçmenlerde buluyor. Güvenmiyor artık, kimselere. “Onlar geldi, mahalle
bozuldu” diyen çok var dışarıda.
İnsan
aç ise eğer, yapamayacağı şey yok. Bugün isteyenler, yarın güçlendiler mi
dövecekler insanımızı. Zorla elinden alacaklar kazandıklarını belki de.
Dükkanına, evine, malına mülküne el koyacaklar. Gasp edecekler yarın belki de. Sonra
mahalleleri onlara bırakıp başka yerlere göcecek asıl sahipleri. Tıpkı Körfez
savaşında ve öncesinde Küzey Iraktan akan insan selinde olduğu gibi,
sınırlarımızı açıyoruz ama sonrasını tahmin ediyor muyuz.
En
mantıklı olan sınır dışında gene Suriyenin içinde güvenli bir kent oluşturup
yerini yurdunu bırakanları orda toplamaktı. Ve korunması içinde BM, NATO
güçleri devreye sokulmalıydı. Ama olmadı. Biz onları ateşlendirip sorunu çözmek
için harekete geçireceğimize, onlar bizi parayla mülteci konağına çevirdiler.
En çok
cocuklara acıyorum. Gelenlere de, burada yaşayanlara da bütün çocuklara
acıyorum. Hepsi savaş sesleri arasında büyümek zorunda olan çocukların
beyinlerinin en derinine kazınmış kin, nefret ve savaş korkusu silinir mi bilinmez.
Ve Batı habire savaş çıkartıp insanları yerinden yurdundan ettiği sürece de bu
trajedi hiç bitmez.
Ve insanlar o kadar acımasız ki gelmesinler napıyorlarsa yapsınlar biz bakıcı mıyız diyorlar devamlı. Kimse çaresiz insanları düşünmüyor ki. Ülke mülteci durumundan zarar da görüyor görmüyor değil ama yanlış uygulanmasından kaynaklı bu. İnsanlara diğer ülkelerdeki gibi mülteci kentleri oluşturulmadğından aç kaldıklarından doğal olarak suça eğilim de kavga gürültü de artıyor. Umarım ülke yeniden eski güzel günlerine döner.
YanıtlaSil