Kıyamet kopsa da artık insanlığın bu çilesi bitsin diyenler….
İnsanlık tarihinin gelişmişlik düzeyi en yüksek toplumlarını ortaya çıkardık şu son yüzyılda. Dünyada ayak basmadığımız, keşfetmediğimiz yer yok örneğin. Oturduğumuz yerden neredeyse her işimizi halledebiliyor, herkese ulaşabiliyoruz. Her gün değişen bir hayatımız var artık. Oturduğumuz yerden ne çok tüketiyoruz…
Ama bu kadar hızlı tüketime hiçbir üretimin yetişemeyeceği aşikar! Üretmiyoruz, okumuyoruz, çalışmıyoruz ve en önemlisi de kendimizle başbaşa kalmıyoruz. Vicdanımızın bizi sorgulamasına izin vermiyoruz. Hani motto olmuş bir söylev var; “Başını yastığa rahat koyabiliyor musun?”...
Koyamıyoruz! Maalesef başımızı yastığa rahat koyamıyoruz. Başımızı yastığa koyduğumuzda vicdanımızın bizi sorgulamasına izin vermiyoruz. Gözlerimiz kapanana kadar elimizdeki ekranlardan güzel sözler okuyoruz, bir parmak hareketiyle kaydırıyoruz, çevremizdekiler neler yapmış merak edip profillerini deşiyor, bir parmak hareketiyle iyi dileklerimizi sunuyoruz, hatta tek bir emoji ile geçiştiriyoruz; ama onların yaşadıkları güzel anlara kıskançlıktan çatlayarak bakıyoruz. Sinir oluyoruz! Ama emojilerimizde yine de sırıtıyoruz. Vicdanımızın, ilkel benliğimizin o günü muhasebeleştirip, zararı ortaya çıkarmasını engelliyoruz. Böylece sabaha hataları biriktirmiş olarak uyanıyoruz ve o gün yine insanları kırmaya, bencillik etmeye, açgözlü davranıp sürekli daha çok kazanmaya, daha çok tüketmeye şartlanıyoruz ve gittikçe büyüyen bir ağırlık altında başımızı hiç bir zaman rahat rahat yastığa koyamıyoruz.
Bu vicdansızlığımız, aymazlığımız, azgınlığımız artarak her gün devam ederken hiçbir ahlak kuralı, din kuralı, örflerimiz, geleneklerimiz bu “hayvanlığımızın” karşısında duramıyor. Selin üstündeki kuru bir yaprak gibi kaybolup gidiyor birer birer hayatımızdan. Sonra aileler parçalanıyor, çünkü aileyi tutan değerler çoktan yitip gitmiş oluyor; sonra çocuklara bile cinsel saldırılar ortaya çıkıyor, çünkü bütün ahlak değerlerini çoktan rafa kaldırmış oluyoruz; sonra iki kuruş için ana, baba, evlat katili oluyoruz, çünkü bütün algımız daha çok para, daha çok yeme içme üzerine odaklanmış oluyor. Daha çok yemek, daha rahat etmek, yatmak yani, ve daha çok seks! Hayvani şeyler değil mi?... İnsan ancak bunlara sınır koyup, durabilen yaratıktır oysa!...
Ancak, çok nadir de olsa iki arkadaş muhabbetinde, ya da o ekranları elimizden bırakıp da konuşma gereği hissettiğimizde “kıyamet kopacak, insanlıktan çıktı herkes” diye yakınıyoruz, ama bu zayıf vicdan kırıntısı fazla sürmüyor, saman alevi gibi parlayıp kaybolup gidiyor. Ve öldürünce bir kere daha vicdanımızı, hayvani tarafımız daha ağır basıyor ve grup muhabbetleri yine çok para kazanma, akşam içmek için mekan aramaca, çevrede ne kadar kadın kız varsa hepsine bir kulp takıp “hafif kadın” etiketini yapıştırmayla son buluyor.
Bu dünyayı, televizyonla birlikte ilişkilerini, vicdanlarını gömmek için mezar kazan altmış ve üstü yaş grubu ile cep telefonları ile o vicdanları, insanlığı o mezara gömüm üzerine bir de tüküren kırk yaş üstü bizler bozduk! Ve şimdi kendi yarattığımız dünyanın son bulmasını istiyoruz. Kıyameti kendi ellerimizle yaratmışken, yaradandan medet umuyor, bu umutsuzluktan en kötü sonla kurtulmak için dua ediyoruz. Yapılanları haksızlık olarak biliyor, görüyoruz ama ya susuyoruz ya da haksızlığı bizzat biz yapıyoruz. Ve çocuklarımızın bütün bu olup bitenlerden haberi bile yok, onlar derin bir uykunun içine doğdular. Uyandıklarında ise çok geç olacak. Onları bile düşünmüyoruz!
Sonra açıp telefondan onların telefonuna sevgi pıtırcığı gülümseme ifadeleri, sarılma emojileri gönderiyoruz.
Ve her cuma da “hayırlı” mesajlarımızı unutmuyoruz, tüm hafta boyunca nikahsız yaşadığımız rezilliklere methiyeler düzdüğümüzü unutarak!
Kıyameti bile istemeye hakkımız kalmamışken, her geçen gün biraz daha bozduğumuz dünyanın yıkılmasını istiyoruz, ne tuhaf, ne acı!
0 yorum:
Yorum Gönder