8 Eylül 2015 Salı

TERRIBLE TURK (Korkunç Türk Koca Yusuf)

Sondan başlayalım!

Amerikadaki güreş müsabakaları tamamlanıp yurda dönmeye çalışırken bindiği gemi başka bir gemiyle çarpışıp batıyor. Sağ kurtulan Koca Yusuf yüzüp filikaya yetişmeye çalışırken müsabakalardan kazandığı paraları çevirdiği altınlar ağır gelip yüzemiyor ve Atlantik Okyanusunda boğularak can veriyor.

Bu gerçeğe daha yakın bir rivayet! Bir de daha destansı olan başka bir son var!

Gemi batmak üzereyken herkes can havliyle ne kadın dinliyor ne çocuk! Birbirinin üstüne basıp geçen insanların arasında Koca Yusuf önüne geleni haklıyor ki kadın çocuk kurtulsun! Ancak kendisi de düşüyor soğuk sulara, yüzmeye çalışıyor, filikaya tutunuyor ancak 140Kg’ın üstündeki ağırlığıyla filikadakileri batarız korkusu sarıyor. Ne bulurlarsa vuruyorlar kafasına gözüne ama koca pehlivan bir türlü bırakmıyor filikayı. Sonunda Aklı evvel biri çıkıp halat kesmeye yarayan baltayla bileklerinden ayırıyor Koca Yusuf’un ellerini. Koca gövde Atlantik Okyanusunun dibinde kaybolup gidiyor.

Adana Büyükşehir Belediyesinin katkılarıyla Bulgaristan Şumnu Karalar'daki evi restore edilip müzeye dönüştürüldü ve geçtiğimiz günlerde kalabalık bir katılımla açılışı yapıldı. Başkan Hüseyin Sözlü’nün dediği gibi “siyaseten burada değiliz, kültürel anlamda buradayız. Türk dünyasının bulunduğu her yere uzanabilmek anlamlı ve güzel. Burada Koca Yusuf’un ayağına gelmek Türklüğe gelmek, Türklüğü yüceltmek, Müslüman Türk kültürünün ilelebet buralarda  yaşamasına hizmet etmektir”. (http://www.adana.bel.tr/adana-buyuksehir-belediyesinden-sinirlari-asan-tarihi-hizmet-sayfa.html) Amerikan medya gücünün yarattığı hayali kahramanlarla beynimiz iyice ezilirken ve Türklük her yerden saldırı altındayken binlerce kilometre öteye Adana Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı kültürel yatırım elbetteki gurur verici. Hele “öz vatanında garip, parya durumuna” düşürülmeye çalışılarak, eli kanlı terörle yıpratılmaya çalışılan milletin içinden “destansı atalarına” sahip çıkılmasını görmek ayrı bir onur! (http://www.aljazeera.com.tr/haber/koca-yusufun-evi-muzeye-cevrildi)

Koca Yusuf lakabıyla anılmasının sebebi hakikaten “koca” olması. 1,90m boy ve 140 kiloyu aşan ağırlığıyla bir insan azmanı pehlivan. Gençliğinde köyünde kardeşiyle sürekli kavga ediyorlar tarla işlerinden dolayı. Maksat köy meydanında yapılan güreşlere katılmak. Her gittiği güreşten ödül olarak önüne koyun, keçi, inek katıp geliyor. Kardeşi de katılmak istiyor ama O daha kurnaz, kaçıp kaçıp gidiyor. Babası O’nun bu kaçmalarından dertli, huzursuz. Ama önüne katıp geldiği ödülleri görünce de içten içe gururlanıyor. Ancak tarla işleri kalıyor. Yine öyle bir günde babalarının gözü iki kardeşin üzerinde, izin vermiyor güreşe gitmelerine. İki kardeş bahse tutuşuyorlar. Kim yenerse o gidecek. İşi gücü bırakıp dalıyorlar birbirlerine. İş güç hak getire. Zaten Yusuf da sevmiyor tarla, saban işlerini. Gün batıyor yenişemiyorlar. Karanlık basmaya başlarken Yusuf kardeşinin ensesine çöküyor, çeviriyor sırtüstü. Galibiyet O’nun. Ertesi gün güreşe gitmek de!. Yine önünde koyun keçi toplamış gelmiş. Galip yine O!

Kendisi gibi heybetli bir ağaç var evlerinin önünde! İş güç sıkıcı. Dönüp dönüp el ense çekiyor ağaca! Günde 200, 300 kere tokatlıyor ağacı. Eller kayış gibi oluyor haliyle. Tuttuğunu deviren Kurtdereli Mehmet Pehlivan var o sıralar. “Koca Yusuf güreşte elini insanın omzuna dayadığı zaman hiçbir el esnemesi hissedilmez. İnsan ne kadar güçlü olsa da elin gene kendine göre bir esnemesi vardır. halbuki o, elini dayayınca sanırsın ki insanın omzuna bir hatal direği dayadılar. Hem de bu dayanan direği arkadan bir lokomotif itiyor..." diyor. Ki Kurtdereli, “Güreşirken bütün Türk milletini arkamda hisseder ve onun şerefini korumak için her şeyi yapardım. Ve sanki bütün Türk milletinin kuvvetinin arkamdan dayandığını hissederdim!deyip, Atatürk’ten 1000TL ödül kazanmış devasa bir Türk pehlivan.


Fransız güreşçi Joseph Doublier 1894'te rakibi Sabés'e yenildikten sonra onu yenecek bir güreşçi arayışına girmiş Koca Yusuf’un köyüne gelmiş. Başlangıçta gavur ellerine gitmekte tereddüt eden pehlivan, Müslümanların gücünü göstermenin de bir cihat olduğu uyarısı üzerine gitmeyi kabul eder.Minder güreşi kurallarını Pariste öğrendikten sonra amacına uygun olarak Sabés'i yener. Önüne çıkanı yıkan Koca Yusuf rakip bulamaz hale gelir. Ta ki yine Paris’te bir sirkte karşısına Hergeleci Mahmut Pehlivan çıkana kadar. Güreş başlar başlamasını da bitmez bir türlü. İkisi de babayiğit, ikisi de inatçı, pes etmek yok. Kan ter içinde güreş dövüşe döner bir müddet sonra. Hergeleci Yusuf’a, Yusuf Hergeleci’ye. Ne varsa dağılıyor ortalıkta. İki Türk’ün güreşle başlayıp kavgaya dönen oyununu Fransız Polis’i zor bela bastırır. İki devin arasında birkaç polis de payına düşen şamarı alır tabii.

Yenildiği görülmemiş iken Kavalalı Çolak Mümin Pehlivan’ı anmadan geçmek olmaz. Koca Yusuf’un namı yürümeye başladığında karşısına Çolak çıkar. Hakem, Sultan Abdülazizin başpehlivanı Kel Aliço. O’nunla da daha önce güreşmişler, yenişememişler. Tabii başpehlivan, namına yaraşır o zaman berabere kalsalar da vermiş başpehlivanlığı Koca Yusuf’a. Her neyse  güreş devam ederken Çolak Mümin bir ara Koca Yusuf’u açık düşürmüş, Kel Aliço da mağlubiyetini ilan etmiş Koca Yusuf’un. Tabii itiraz etse de Yusuf, "yarım oldu sayılmaz" dese de hakemin dediği olur. “Bir Çolağın güreşi de böyle olur”. Sindirmemiş Koca pehlivan yenilgiyi, duvarları yumruklamış gecelerce, omzunu çıkarırcasına yüklenmiş nerde bir ağaç gövdesi gördüyse. Gün olup zaman geçince Çolak tekrar rakip olmuş Yusuf’a. Hırs buya, alıp alıp yere çalmış zavallı Çolağı. Bir daha güreş tutamaz hale gelmiş zavallı. Zavallı dediğimize bakmayın O da bir cihan pehlivanı.

Fransa ve diğer Avrupa şehirlerinde nam üstüne nam, ödül üstüne ödül alınca, duymuşlar Amerikalı organizatörler. Aramışlar bulmuşlar, gel bizde de güreş tut diye yalvar yakar götürmüşler deniz ötesine. Memleketten biraz daha uzaklaşmış bizim pehlivan. Bir taraftan güreşe olan hastalık derecesindeki tutkusu, memleket hasreti, kazanma azmi, ağaç tokatlamaktan gelen beton gibi sarsılmaz elleri, tuttuğunu devirmiş burada da. 26 Mart 1898'de Ernest Roeber ile yaptığı maçta Madison Square Garden'da rakibini ringden dışarı tutuğu gibi fırlatıp atmış. Yere kapaklanan Amerikalıyı öldü zanneden seyirciler, galeyana gelip yürümüşler bizimkinin üstüne. Ama naçar kalktıkları ile yerlerine oturdukları bir olmuş Ne yapsınlar insan irisi adamın karşısında. Tabii haliyle bizimki diskalifiye olmuş maçtan.Neyse ki Roeber’e bişey olmamış. Hatta iki gün sonra bu sefer Opera Evi’nde tekrar rakip olmuşlar. Boğa gibi adamı zaptetmek kolay değil. Serde iman kuvvetini de gösterecek. İtişip kakışma başlamış ikili arasında. Seyirciler bakmışlar gene uçacak kendi sporcuları ringten yere, bu sefer izin vermemişler. Hep birlikte yürümüşler Yusuf’un üzerine. Menejerler, polis derken maç gene iptal. Hatta Opera Evi o günden sonra güreş yüzü görmemiş. Kapatılmış tüm müsabakalara. Yani velhasıl kelam Amerikalıları bir korkutmuş bu bizim Koca Yusuf, “terrible Turk” diye feryat figan kaçışmışlar. O günden sonra “korkunç Türk” deyince bi kendilerine çeki düzen verir hale gelmişler. Hatta New York Halk Kütüphanesinde resmini de özenle saklamışlar. (http://digitalcollections.nypl.org/items/510d47e1-3de0-a3d9-e040-e00a18064a99#)

Orada tüm güreşçileri sıradan geçirdiktin sonra, Chikago’da dünya şampiyonu Evan Lewis’i üst üste iki defa yenerek “yeter artık yurda döneyim” diye düşünmüş. Gavur ellerinde namını salmış, Ulemanın dediği gibi müslümanın gücünü de göstermiş, güreş hırsını da almış, e hatırı sayılır da bir miktar para da kazanmış ne yapsın daha gurbet ellerinde. Menejeri “gel dolar yap” paralarını dese de “kağıt paraya güvenememiş” pehlivan. Altına çevirmiş olan biteni. 20 Kg altını koynuna doldurup Avrupa’ya geçecek La Bourgogne adlı transatlantikle açılmış Atlas Okyanusuna. Kısmet buya yolculuk başladıktan iki hafta sonra bindiği gemi bir İngiliz şilebiyle çarpışmış. Bir can pazarı ortasında kalan Koca Yusuf, işte yazımızın başında anlattığımız gibi iki rivayetten birisi neticesinde Hakk’ın rahmetine yürümüş.

Bütün bu anlatılanlar O’nun hayatından kısa kısa notlar belki ama anlamamız gereken şu! Kah kendisi olsun kah ustaları olsun önce Türk’ün gücü demişler. Önce arkamızda Türk’ün gücünü hissediyoruz, öyle indiriyoruz el enseyi, öyle getiriyoruz kündeye demişler. Hal böyle iken bugün bizim Türk olmaktan başka elimizde asil duygumuz ne kaldı. Milliyetimizi de kaybedersek övüneceğimiz neyimiz kalacak. Bunca anlı şanlı tarihimize sırt çevirirsek, ecdadımızı yobaz, iğrenç, bilgisiz, cahil, doğulu, Asyalı diye karalarsak çocuklarımıza neyi anlatacağız. Kökü kökeni belli olmayan Amerikalı’lar yalancı çizgi hayali süper kahramanlar yaratıp beynimizi esir alırken, onlara mı inanacağız. Yoksa Müzelerinin duvarlarını süsledikleri, etiyle kanıyla gerçek atamızla, atalarımızla gurur mu duyacağız.

Aslında tam da bu günlerde vatan bayrak aşkına, milliyetimiz kaybolmasın aşkına kanını feda eden Mehmetçiklerimizin tabut tabut şehadete yürüdüğü zamanlarda daha çok anmalıyız, Koca Yusufları, Çolak Müminleri, Hergeleci İbrahimleri, Kel Aliçoları, Kurtdereli Mehmet Pehlivanları, daha nicelerini. Asıl tam da onların millet adına, bayrak adına, vatan aşkına hırslandıkları gibi, hırslanma, kenetlenme zamanıdır.

Bu mana ile Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü, Meclis Üyeleri ve Büyükşehir Bürokratlarının ne derece önemli işlere imza attığını biraz daha iyi anlayabiliriz. Yoksa kendisinden binlerce kilometre ötedeki bir “atanın” evini müzeye çevirmek için destek olmak, ön ayak olmak siyaseten bir şey kazandırmaz belki ama Başkanın da dediği gibi “kültürel harsımızın” gelişmesi konusunda çok faydalı olur. Bu sebeple alkışlar Başkan ve ekibine….
Ve son söz!...

Onca iri yapısı ve heybetine rağmen böbürlenme görmemişler daha yüzünde, abdestsiz namazsız gezmezmiş diye söylerler arkasından. Gamsız dünya fukarası bir insanmış. Güreş dışında hiç birşeye hırslanmaz, iş güçle uzaktan yakından ilgilenmezmiş. Velakin konu güreş olunca, heybet ikiye çıkar, yüklendikçe yüklenirmiş rakibine. Gelip geçici fani dünya işte. O da namını bırakıp gitmiş Dünya’ya.

Esas olan da bu değil mi ya! Eşek ölür kalır semeri, insan ölür kalır eseri… Nur içinde yatsın!... 

08.09.2015-Adana

Kaynak:
http://www.eurozine.com/articles/2003-05-23-noble-en.html

0 yorum:

Yorum Gönder