Sondan
başlayalım!
Amerikadaki güreş müsabakaları tamamlanıp yurda dönmeye çalışırken
bindiği gemi başka bir gemiyle çarpışıp batıyor. Sağ kurtulan Koca Yusuf yüzüp
filikaya yetişmeye çalışırken müsabakalardan kazandığı paraları çevirdiği
altınlar ağır gelip yüzemiyor ve Atlantik Okyanusunda boğularak can veriyor.
Bu
gerçeğe daha yakın bir rivayet! Bir de daha destansı olan başka bir son var!
Gemi
batmak üzereyken herkes can havliyle ne kadın dinliyor ne çocuk! Birbirinin üstüne
basıp geçen insanların arasında Koca Yusuf önüne geleni haklıyor ki kadın çocuk
kurtulsun! Ancak kendisi de düşüyor soğuk sulara, yüzmeye çalışıyor, filikaya
tutunuyor ancak 140Kg’ın üstündeki ağırlığıyla filikadakileri batarız korkusu
sarıyor. Ne bulurlarsa vuruyorlar kafasına gözüne ama koca pehlivan bir türlü
bırakmıyor filikayı. Sonunda Aklı evvel biri çıkıp halat kesmeye yarayan
baltayla bileklerinden ayırıyor Koca Yusuf’un ellerini. Koca gövde Atlantik
Okyanusunun dibinde kaybolup gidiyor.
Adana
Büyükşehir Belediyesinin katkılarıyla Bulgaristan Şumnu Karalar'daki evi restore edilip
müzeye dönüştürüldü ve geçtiğimiz günlerde kalabalık bir katılımla açılışı
yapıldı. Başkan Hüseyin Sözlü’nün dediği gibi “siyaseten
burada değiliz, kültürel anlamda buradayız. Türk dünyasının bulunduğu her yere uzanabilmek anlamlı ve
güzel. Burada Koca Yusuf’un ayağına gelmek Türklüğe gelmek, Türklüğü
yüceltmek, Müslüman Türk kültürünün ilelebet buralarda yaşamasına hizmet
etmektir”. (http://www.adana.bel.tr/adana-buyuksehir-belediyesinden-sinirlari-asan-tarihi-hizmet-sayfa.html)
Amerikan medya gücünün yarattığı hayali
kahramanlarla beynimiz iyice ezilirken ve Türklük her yerden saldırı
altındayken binlerce kilometre öteye Adana Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı
kültürel yatırım elbetteki gurur verici. Hele “öz vatanında garip, parya durumuna” düşürülmeye çalışılarak, eli
kanlı terörle yıpratılmaya çalışılan milletin içinden “destansı atalarına” sahip çıkılmasını görmek ayrı bir onur! (http://www.aljazeera.com.tr/haber/koca-yusufun-evi-muzeye-cevrildi)
Koca Yusuf lakabıyla anılmasının sebebi hakikaten “koca” olması. 1,90m boy ve 140 kiloyu
aşan ağırlığıyla bir insan azmanı pehlivan. Gençliğinde köyünde kardeşiyle
sürekli kavga ediyorlar tarla işlerinden dolayı. Maksat köy meydanında yapılan
güreşlere katılmak. Her gittiği güreşten ödül olarak önüne koyun, keçi, inek
katıp geliyor. Kardeşi de katılmak istiyor ama O daha kurnaz, kaçıp kaçıp
gidiyor. Babası O’nun bu kaçmalarından dertli, huzursuz. Ama önüne katıp
geldiği ödülleri görünce de içten içe gururlanıyor. Ancak tarla işleri kalıyor.
Yine öyle bir günde babalarının gözü iki kardeşin üzerinde, izin vermiyor güreşe
gitmelerine. İki kardeş bahse tutuşuyorlar. Kim yenerse o gidecek. İşi gücü
bırakıp dalıyorlar birbirlerine. İş güç hak getire. Zaten Yusuf da sevmiyor
tarla, saban işlerini. Gün batıyor yenişemiyorlar. Karanlık basmaya başlarken
Yusuf kardeşinin ensesine çöküyor, çeviriyor sırtüstü. Galibiyet O’nun. Ertesi
gün güreşe gitmek de!. Yine önünde koyun keçi toplamış gelmiş. Galip
yine O!
Kendisi gibi heybetli bir ağaç var evlerinin önünde!
İş güç sıkıcı. Dönüp dönüp el ense çekiyor ağaca! Günde 200, 300 kere
tokatlıyor ağacı. Eller kayış gibi oluyor haliyle. Tuttuğunu deviren Kurtdereli
Mehmet Pehlivan var o sıralar. “Koca Yusuf
güreşte elini insanın omzuna dayadığı zaman hiçbir el esnemesi hissedilmez. İnsan
ne kadar güçlü olsa da elin gene kendine göre bir esnemesi vardır. halbuki o,
elini dayayınca sanırsın ki insanın omzuna bir hatal direği dayadılar. Hem de
bu dayanan direği arkadan bir lokomotif itiyor..." diyor. Ki
Kurtdereli, “Güreşirken bütün Türk
milletini arkamda hisseder ve onun şerefini korumak için her şeyi yapardım. Ve
sanki bütün Türk milletinin kuvvetinin arkamdan dayandığını hissederdim!”
deyip, Atatürk’ten 1000TL ödül kazanmış devasa bir Türk
pehlivan.
Fransız güreşçi Joseph Doublier 1894'te rakibi Sabés'e
yenildikten sonra onu yenecek bir güreşçi arayışına girmiş Koca Yusuf’un
köyüne gelmiş. Başlangıçta gavur ellerine gitmekte tereddüt eden pehlivan, Müslümanların
gücünü göstermenin de bir cihat olduğu uyarısı üzerine gitmeyi kabul
eder.Minder güreşi kurallarını Pariste öğrendikten sonra amacına uygun olarak Sabés'i
yener. Önüne çıkanı yıkan Koca Yusuf rakip bulamaz hale gelir. Ta ki yine Paris’te
bir sirkte karşısına Hergeleci Mahmut Pehlivan çıkana kadar. Güreş başlar
başlamasını da bitmez bir türlü. İkisi de babayiğit, ikisi de inatçı, pes etmek
yok. Kan ter içinde güreş dövüşe döner bir müddet sonra. Hergeleci Yusuf’a,
Yusuf Hergeleci’ye. Ne varsa dağılıyor ortalıkta. İki Türk’ün güreşle başlayıp
kavgaya dönen oyununu Fransız Polis’i zor bela bastırır. İki devin arasında birkaç
polis de payına düşen şamarı alır tabii.
Yenildiği görülmemiş iken Kavalalı Çolak Mümin
Pehlivan’ı anmadan geçmek olmaz. Koca Yusuf’un namı yürümeye
başladığında karşısına Çolak çıkar. Hakem, Sultan Abdülazizin başpehlivanı Kel
Aliço. O’nunla da daha önce güreşmişler, yenişememişler. Tabii başpehlivan,
namına yaraşır o zaman berabere kalsalar da vermiş başpehlivanlığı Koca Yusuf’a.
Her neyse güreş devam ederken Çolak
Mümin bir ara Koca Yusuf’u açık düşürmüş, Kel Aliço da mağlubiyetini ilan etmiş
Koca Yusuf’un. Tabii itiraz etse de Yusuf, "yarım oldu sayılmaz" dese de hakemin
dediği olur. “Bir Çolağın güreşi de böyle
olur”. Sindirmemiş Koca pehlivan yenilgiyi, duvarları yumruklamış
gecelerce, omzunu çıkarırcasına yüklenmiş nerde bir ağaç gövdesi gördüyse. Gün
olup zaman geçince Çolak tekrar rakip olmuş Yusuf’a. Hırs buya, alıp alıp yere
çalmış zavallı Çolağı. Bir daha güreş tutamaz hale gelmiş zavallı. Zavallı dediğimize
bakmayın O da bir cihan pehlivanı.
Fransa ve
diğer Avrupa şehirlerinde nam üstüne nam, ödül üstüne ödül alınca, duymuşlar
Amerikalı organizatörler. Aramışlar bulmuşlar, gel bizde de güreş tut diye
yalvar yakar götürmüşler deniz ötesine. Memleketten biraz daha uzaklaşmış bizim
pehlivan. Bir taraftan güreşe olan hastalık derecesindeki tutkusu, memleket
hasreti, kazanma azmi, ağaç tokatlamaktan gelen beton gibi sarsılmaz elleri,
tuttuğunu devirmiş burada da. 26
Mart 1898'de Ernest Roeber ile yaptığı maçta Madison Square Garden'da rakibini ringden
dışarı tutuğu gibi fırlatıp atmış. Yere kapaklanan Amerikalıyı öldü zanneden
seyirciler, galeyana gelip yürümüşler bizimkinin üstüne. Ama naçar kalktıkları
ile yerlerine oturdukları bir olmuş Ne yapsınlar insan irisi adamın karşısında.
Tabii haliyle bizimki diskalifiye olmuş maçtan.Neyse ki Roeber’e bişey olmamış.
Hatta iki gün sonra bu sefer Opera Evi’nde tekrar rakip olmuşlar. Boğa gibi
adamı zaptetmek kolay değil. Serde iman kuvvetini de gösterecek. İtişip kakışma
başlamış ikili arasında. Seyirciler bakmışlar gene uçacak kendi sporcuları
ringten yere, bu sefer izin vermemişler. Hep birlikte yürümüşler Yusuf’un
üzerine. Menejerler, polis derken maç gene iptal. Hatta Opera Evi o günden
sonra güreş yüzü görmemiş. Kapatılmış tüm müsabakalara. Yani velhasıl kelam
Amerikalıları bir korkutmuş bu bizim Koca Yusuf, “terrible Turk” diye feryat
figan kaçışmışlar. O günden sonra “korkunç Türk” deyince bi kendilerine çeki
düzen verir hale gelmişler. Hatta New York Halk Kütüphanesinde resmini de
özenle saklamışlar. (http://digitalcollections.nypl.org/items/510d47e1-3de0-a3d9-e040-e00a18064a99#)
Orada tüm güreşçileri sıradan geçirdiktin sonra, Chikago’da
dünya şampiyonu Evan Lewis’i üst üste iki defa yenerek “yeter artık yurda
döneyim” diye düşünmüş. Gavur ellerinde namını salmış, Ulemanın dediği gibi müslümanın
gücünü de göstermiş, güreş hırsını da almış, e hatırı sayılır da bir miktar
para da kazanmış ne yapsın daha gurbet ellerinde. Menejeri “gel dolar yap”
paralarını dese de “kağıt paraya güvenememiş” pehlivan. Altına çevirmiş olan
biteni. 20 Kg altını koynuna doldurup Avrupa’ya geçecek La Bourgogne adlı transatlantikle açılmış Atlas Okyanusuna. Kısmet buya yolculuk
başladıktan iki hafta sonra bindiği gemi bir İngiliz şilebiyle çarpışmış. Bir can
pazarı ortasında kalan Koca Yusuf, işte yazımızın başında anlattığımız gibi iki
rivayetten birisi neticesinde Hakk’ın rahmetine yürümüş.
Bütün bu anlatılanlar O’nun hayatından kısa kısa notlar belki
ama anlamamız gereken şu! Kah kendisi olsun kah ustaları olsun önce Türk’ün
gücü demişler. Önce arkamızda Türk’ün gücünü hissediyoruz, öyle indiriyoruz el
enseyi, öyle getiriyoruz kündeye demişler. Hal böyle iken bugün bizim Türk
olmaktan başka elimizde asil duygumuz ne kaldı. Milliyetimizi de kaybedersek
övüneceğimiz neyimiz kalacak. Bunca anlı şanlı tarihimize sırt çevirirsek,
ecdadımızı yobaz, iğrenç, bilgisiz, cahil, doğulu, Asyalı diye karalarsak
çocuklarımıza neyi anlatacağız. Kökü kökeni belli olmayan Amerikalı’lar yalancı
çizgi hayali süper kahramanlar yaratıp beynimizi esir alırken, onlara mı
inanacağız. Yoksa Müzelerinin duvarlarını süsledikleri, etiyle kanıyla gerçek
atamızla, atalarımızla gurur mu duyacağız.
Aslında tam da bu günlerde vatan bayrak aşkına, milliyetimiz
kaybolmasın aşkına kanını feda eden Mehmetçiklerimizin tabut tabut şehadete
yürüdüğü zamanlarda daha çok anmalıyız, Koca Yusufları, Çolak Müminleri,
Hergeleci İbrahimleri, Kel Aliçoları, Kurtdereli Mehmet Pehlivanları, daha
nicelerini. Asıl tam da onların millet adına, bayrak adına, vatan aşkına hırslandıkları gibi,
hırslanma, kenetlenme zamanıdır.
Bu mana ile Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü,
Meclis Üyeleri ve Büyükşehir Bürokratlarının ne derece önemli işlere imza attığını
biraz daha iyi anlayabiliriz. Yoksa kendisinden binlerce kilometre ötedeki bir “atanın” evini müzeye çevirmek için
destek olmak, ön ayak olmak siyaseten bir şey kazandırmaz belki ama Başkanın da
dediği gibi “kültürel harsımızın”
gelişmesi konusunda çok faydalı olur. Bu sebeple alkışlar Başkan ve ekibine….
Ve son söz!...
Onca iri yapısı ve heybetine rağmen böbürlenme görmemişler
daha yüzünde, abdestsiz namazsız gezmezmiş diye söylerler arkasından. Gamsız
dünya fukarası bir insanmış. Güreş dışında hiç birşeye hırslanmaz, iş güçle
uzaktan yakından ilgilenmezmiş. Velakin konu güreş olunca, heybet ikiye çıkar,
yüklendikçe yüklenirmiş rakibine. Gelip geçici fani dünya işte. O da namını
bırakıp gitmiş Dünya’ya.
Esas olan da bu değil mi ya! Eşek ölür kalır semeri, insan
ölür kalır eseri… Nur içinde yatsın!...
08.09.2015-Adana
Kaynak:
http://www.eurozine.com/articles/2003-05-23-noble-en.html
0 yorum:
Yorum Gönder