Bu terim
kimilerini rahatsız ediyor olabilir. Zira kardeş olmayı ve inanç potasında tüm
benliklerden sıyrılmayı dikte eden Cuma hutbeleri ile Irkçılığı ayaklar altına
alan sosyologların savunduğu gibi “ırkını
sevmek ve yüceltmek” İslam ile bir senteze sokulamaz. Savunulan ve sürekli “ırkçı” olmayın kardeş olun diye halkın
gözünde “ırkı” ile övünen Türk’ü “öcü, kelle avcısı, kan içici”
pozisyonuna sokmak isteyenler de sıkıştıkları noktada İslami argümanlara
sığınıyorlar.
Bir
kere benim nazarımda da “Irkçı” tabiri yanlış bir tabirdir. Ancak şöyle ki, “ırkçı” kelimesi basit, ucuz ve
yıpratılmaya hayli müsait bir kelimedir. Bunun yerine “Irkını sevmek ve yüceltmek” daha manidardır. İçi daha doludur.
Türk,
“ırkçı” tabiri ile ananevi
geleneklerinden, öz benliğinden, atasından ve milli değerlerinden soğutulmaya
çalışılarak daha kolay bölünebilir, kenetlenmesi daha kolay kırılır hale
sokulmak istenmektedir.
Bugün
ve geçmiş yarım asırda Anadolu’da yapılmak istenen de budur. Türk’ün kendi
ırkını üstün ve yüksek görmesi, yüceltmeye çalışması aşağılanırken, diğer
ırkların aklına “karpuz kabuğu” düşürülmeye çalışılmaktadır. Oysa 1071’den çok
önce öncü birlik ve akıncılarla başlayan Anadolu’nun Türkleşmesini kim
görmezden gelmeye çalışırsa aklından zoru vardır. Kökleri binlerce yıl öncesine
dayanan, vatan toprağının üstün ve baskın yöneticisi olan bir Irk’ın; daha faydasız,
millileşme hareketinin başlarındaki diğer Irk’larla bir tutulması, eşit
gösterilmesinin tek bir açıklaması vardır, “aptala yatmak”.
Kaldı
ki Türk Irkı olarak Türkler Anadolu topraklarında milliyetlerinden dolayı
kimseyi ikinci sınıf vatandaş yerine koymamıştır. Ekmeğinden aşından
etmemiştir. En değerli makamları bile hak edene eliyle teslim etmiş, onlara
güvenmiş kardeşçe paylaşmıştır.
Ancak
kaşıntısı tutan veya zorla ite kaka dışarıdan kaşınan bazıları bugün onların
ekmeğine yağ sürmeye devam ediyor. Kardeşlik ve Barış diyerek Türk’ün üstün
maneviyatını ve inancını kırmaya çalışıyorlar. “Analar ağlamasın” beyanatlarını 40 bin anayı ağlatan bir şerefsiz’in
fotoğrafları altında verebiliyorlar. Ve buna biz Türk’ler olarak hala hoşgörü
ile bakıyoruz, ifade özgürlüğü ile bakıyoruz. Bazı sosyal demokratlar da bu
karanlık ve sonu gelmeyecek azgınlık ve iştaha çanak tutuyorlar. Yaşan kaos ve
ölümlerin sebebi olarak boyunlarında katil, katile yardım eden yaftası kıyamete
kadar asılı kalacak.
Tükürüğüyle
boğmaya kalkanı bakışıyla tükürüksüz bırakacak nice cengaver yetişmiştir bu
ülkede. Ama edebinden susar, atasından kalma hoşgörüsünden susar anlamazlar. Anlatırız!
Ülküsünün “önce
yaşatma” idealinden dolayı susar.
Her ne kadar, sayıca, dilce ve kanca üstünlüğü olsa da bir gün olsun
bundan dolayı yakıp yıkmaz. Ancak kafalarında bölmek ve bölmeye uşaklık etmek
olanlar, neye hizmet ettiklerinin farkına varmadan yıllardır bindikleri gemiyi
delmeye çalışmaktadırlar. Geminin batmasından medet umarak haince, pervasızca
saldırıyorlar. Gelinen noktada yaşadığı coğrafyayı kan gölüne çeviren
ırkdaşları Iraklılar ve Suriyelilerin halini görmeden.
Bugün
Türkiye Cumhuriyeti’nin asli kurucu idareci gücü Türk Milletidir. Dolayısıyla maşa
olarak kullanılan örgüt ve oluşumların içten içe kulaklarına fısıldanan “ezilmişlik”
masallarına inanarak “kurucu gücü” “ırkçı”, “faşist” olarak
etiketlemektedirler. Oysa karşılarına aldıkları gücün büyüklüğü ile bugüne
kadar varlıklarını idame ettiklerini göremezler. Görmek istemezler. Devlet içinde
devlet olma hayali bahsedildiği gibi kulaklarına üflenen masaldan ibarettir.
Kanayan yarayı gün be gün deşeleme çabasındadırlar. Deşeledikçe ortaya çıkan
kan ve irin içinde yarın debelenecek olan da yine kendileridir.
“Irkını
sevmek ve yüceltmeye” çalışmak Türkçülüğün ana idealidir. Her alanda ileriyi
hedeflemek, bu iddia ve ideal ile bilinçli, sağlıklı ve mesleki kariyerinde tam
donanımlı bireyler yetiştirmek ana ülküdür. Ancak gerek dini duygularla gerekse
de insani ve demokratik duygularla, yalan ve yanlış provakatif eylemlerin içine
çekilmemek de gerekmektedir. Her ne kadar tarihde Türkler tarafından en geniş
sınırlara ulaştırılan İslam içinde mükellef bir inanç taşısak da, İslam potasında
milli benliğimizi bir kenara bırakacak değiliz. Bir kere İslam’ın doğuşu da “ırki”dir, "kavmidir".
Çünkü Hz. Peygamberin Kureyş’in en güçlü kabilesinden seçilmesi, arkasına büyük
desteği, dolayısıyla inancı ve güveni almasını sağlamıştır. Bu merkezde “Irkını”
unutması bir Türk’ten beklenemez. Aksi durumda atasına sırtını dönerek yaşayan
milletin yeryüzünden silinmesi ve tüm değerleriyle zelil olması kaçınılmazdır.
Hepimizin
kızdığı ve damarlarımızdaki kanın daha da ısınmasına neden olan “kanton”, “kurtarılmış
bölge”, “medya savunma alanları” gibi ifadelerin vatan bütünlüğüne alenen bir saldırının
göstergesi olmasıdır. Bir Türk için vatan en değerli kutsaldır ve
dokunulmazlığı vardır. İslami inanış içerisinde de vatan kutsaldır ve sınırları
koruyan her ferd birer şehit adayıdır bu uğurda. Hal böyle olunca inancımız ile
savunmaya çalıştığımız “Irkımızı korumak ve yüceltmek” ideali arasında bir
çelişki olduğunu ileri sürmek ve buna karşı savunma geliştirmeye çalışmak abesle
zaman kaybetmektir.
Velhasıl
kelam kimse, ama her kim olursa olsun Türk Milletini “ırkçı” gibi çok ucuz bir
lafla yaftalayamaz. Türk dünyaya bedel olmasıyla, dünya milletleri içinde
huzur, güven ve sağduyulu hoşgörünün en başta gelen savunucusu ve
uygulayıcısıdır. Bunu kim olursa olsun sınamaya kalkması başına bela almasının
cesur ama cahilce göstergesidir. Bunu bugün uygulamaya çalışanlar bu delice
kalkınışlarının bedelini elbet ödeyeceklerdir… Allah Türk'ü korusun ve yüceltsin...
11.09.2015- Adana
0 yorum:
Yorum Gönder