11 Eylül 2015 Cuma

TÜRKÇÜLÜK


Bu terim kimilerini rahatsız ediyor olabilir. Zira kardeş olmayı ve inanç potasında tüm benliklerden sıyrılmayı dikte eden Cuma hutbeleri ile Irkçılığı ayaklar altına alan sosyologların savunduğu gibi “ırkını sevmek ve yüceltmek” İslam ile bir senteze sokulamaz. Savunulan ve sürekli “ırkçı” olmayın kardeş olun diye halkın gözünde “ırkı” ile övünen Türk’ü “öcü, kelle avcısı, kan içici” pozisyonuna sokmak isteyenler de sıkıştıkları noktada İslami argümanlara sığınıyorlar.

Bir kere benim nazarımda da “Irkçı” tabiri yanlış bir tabirdir. Ancak şöyle ki, “ırkçı” kelimesi basit, ucuz ve yıpratılmaya hayli müsait bir kelimedir. Bunun yerine “Irkını sevmek ve yüceltmek” daha manidardır. İçi daha doludur.

Türk, “ırkçı” tabiri ile ananevi geleneklerinden, öz benliğinden, atasından ve milli değerlerinden soğutulmaya çalışılarak daha kolay bölünebilir, kenetlenmesi daha kolay kırılır hale sokulmak istenmektedir.

Bugün ve geçmiş yarım asırda Anadolu’da yapılmak istenen de budur. Türk’ün kendi ırkını üstün ve yüksek görmesi, yüceltmeye çalışması aşağılanırken, diğer ırkların aklına “karpuz kabuğu” düşürülmeye çalışılmaktadır. Oysa 1071’den çok önce öncü birlik ve akıncılarla başlayan Anadolu’nun Türkleşmesini kim görmezden gelmeye çalışırsa aklından zoru vardır. Kökleri binlerce yıl öncesine dayanan, vatan toprağının üstün ve baskın yöneticisi olan bir Irk’ın; daha faydasız, millileşme hareketinin başlarındaki diğer Irk’larla bir tutulması, eşit gösterilmesinin tek bir açıklaması vardır, “aptala yatmak”.

Kaldı ki Türk Irkı olarak Türkler Anadolu topraklarında milliyetlerinden dolayı kimseyi ikinci sınıf vatandaş yerine koymamıştır. Ekmeğinden aşından etmemiştir. En değerli makamları bile hak edene eliyle teslim etmiş, onlara güvenmiş kardeşçe paylaşmıştır.
Ancak kaşıntısı tutan veya zorla ite kaka dışarıdan kaşınan bazıları bugün onların ekmeğine yağ sürmeye devam ediyor.  Kardeşlik ve Barış diyerek Türk’ün üstün maneviyatını ve inancını kırmaya çalışıyorlar. “Analar ağlamasın” beyanatlarını 40 bin anayı ağlatan bir şerefsiz’in fotoğrafları altında verebiliyorlar. Ve buna biz Türk’ler olarak hala hoşgörü ile bakıyoruz, ifade özgürlüğü ile bakıyoruz. Bazı sosyal demokratlar da bu karanlık ve sonu gelmeyecek azgınlık ve iştaha çanak tutuyorlar. Yaşan kaos ve ölümlerin sebebi olarak boyunlarında katil, katile yardım eden yaftası kıyamete kadar asılı kalacak.

Tükürüğüyle boğmaya kalkanı bakışıyla tükürüksüz bırakacak nice cengaver yetişmiştir bu ülkede. Ama edebinden susar, atasından kalma hoşgörüsünden susar anlamazlar. Anlatırız! 

Ülküsünün “önce yaşatma” idealinden dolayı susar.  Her ne kadar, sayıca, dilce ve kanca üstünlüğü olsa da bir gün olsun bundan dolayı yakıp yıkmaz. Ancak kafalarında bölmek ve bölmeye uşaklık etmek olanlar, neye hizmet ettiklerinin farkına varmadan yıllardır bindikleri gemiyi delmeye çalışmaktadırlar. Geminin batmasından medet umarak haince, pervasızca saldırıyorlar. Gelinen noktada yaşadığı coğrafyayı kan gölüne çeviren ırkdaşları Iraklılar ve Suriyelilerin halini görmeden.

Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin asli kurucu idareci gücü Türk Milletidir. Dolayısıyla maşa olarak kullanılan örgüt ve oluşumların içten içe kulaklarına fısıldanan “ezilmişlik” masallarına inanarak “kurucu gücü” “ırkçı”, “faşist” olarak etiketlemektedirler. Oysa karşılarına aldıkları gücün büyüklüğü ile bugüne kadar varlıklarını idame ettiklerini göremezler. Görmek istemezler. Devlet içinde devlet olma hayali bahsedildiği gibi kulaklarına üflenen masaldan ibarettir. Kanayan yarayı gün be gün deşeleme çabasındadırlar. Deşeledikçe ortaya çıkan kan ve irin içinde yarın debelenecek olan da yine kendileridir.

Irkını sevmek ve yüceltmeye” çalışmak Türkçülüğün ana idealidir. Her alanda ileriyi hedeflemek, bu iddia ve ideal ile bilinçli, sağlıklı ve mesleki kariyerinde tam donanımlı bireyler yetiştirmek ana ülküdür. Ancak gerek dini duygularla gerekse de insani ve demokratik duygularla, yalan ve yanlış provakatif eylemlerin içine çekilmemek de gerekmektedir. Her ne kadar tarihde Türkler tarafından en geniş sınırlara ulaştırılan İslam içinde mükellef bir inanç taşısak da, İslam potasında milli benliğimizi bir kenara bırakacak değiliz. Bir kere İslam’ın doğuşu da “ırki”dir, "kavmidir". Çünkü Hz. Peygamberin Kureyş’in en güçlü kabilesinden seçilmesi, arkasına büyük desteği, dolayısıyla inancı ve güveni almasını sağlamıştır. Bu merkezde “Irkını” unutması bir Türk’ten beklenemez. Aksi durumda atasına sırtını dönerek yaşayan milletin yeryüzünden silinmesi ve tüm değerleriyle zelil olması kaçınılmazdır.

Hepimizin kızdığı ve damarlarımızdaki kanın daha da ısınmasına neden olan “kanton”, “kurtarılmış bölge”, “medya savunma alanları” gibi ifadelerin vatan bütünlüğüne alenen bir saldırının göstergesi olmasıdır. Bir Türk için vatan en değerli kutsaldır ve dokunulmazlığı vardır. İslami inanış içerisinde de vatan kutsaldır ve sınırları koruyan her ferd birer şehit adayıdır bu uğurda. Hal böyle olunca inancımız ile savunmaya çalıştığımız “Irkımızı korumak ve yüceltmek” ideali arasında bir çelişki olduğunu ileri sürmek ve buna karşı savunma geliştirmeye çalışmak abesle zaman kaybetmektir.


Velhasıl kelam kimse, ama her kim olursa olsun Türk Milletini “ırkçı” gibi çok ucuz bir lafla yaftalayamaz. Türk dünyaya bedel olmasıyla, dünya milletleri içinde huzur, güven ve sağduyulu hoşgörünün en başta gelen savunucusu ve uygulayıcısıdır. Bunu kim olursa olsun sınamaya kalkması başına bela almasının cesur ama cahilce göstergesidir. Bunu bugün uygulamaya çalışanlar bu delice kalkınışlarının bedelini elbet ödeyeceklerdir… Allah Türk'ü korusun ve yüceltsin...
11.09.2015- Adana

0 yorum:

Yorum Gönder