Ahmet Hakan’ın deyimiyle bir iki “medya maymununu” bir yana bırakırsak toplumsal nefretimiz zirve yapmış durumda.
Çoğunluğumuz ceza sisteminin uygulayacağı en büyük ceza olan “ağırlaştırılmış müebbet hapsi” yeterli görmüyoruz. Yeterli görülmemesi de normaldir. Çünkü acı büyüktür. Ve şiddetle bir an önce intikamının alınması gerekir ki hafiflesin. Evet hepimizin düşüncesi, tez vakitte kellelerinin alınması.
Zira ünü eskimeyen “baba”lardan Sedat Peker’in “verin bize usulüne uygun halledelim” şeklinde kendi sitesi üzerinden açıklama yapması, yığınların duygularına tercüman olacak niteliktedir.
Özellikle iktidar partisi milletvekilleri olmak üzere diğer siyasetçilerinde dillendirdikleri idam, kanımca hızlı bir öc almanın dışında muhtemel benzer fiillerinde önüne geçebilmek için bir gözdağı olacaktır.
Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’in dillendirdiği, can almaktan çok bir utanç vesikası olarak katile yapışacak “hadım” da başka bir ceza yöntemi olarak görülebilir.
Ancak tüm bu cezalandırma yöntemlerinin yasalaşması halinde bile Özgecan’ın katilleri için uygulanmasının imkanı yok. Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Fyzioğlu’nun dediği gibi “cezaların geriye yürümezliği” ilkesi hala geçerli. Dolayısıyla mevcut ceza sistemi ile yola devam edeceğiz.
Tabii bu arada herkesin konuştuğu illegal bir ceza yöntemi daha var. Dün Ekşi Sözlük yazarlarından birinin şu linkte https://eksisozluk.com/entry/49152717 ayrıntısıyla anlattığı yöntem. Değil müebbet, bir geceliğine bile Adana Kürkçüler cezaevine girip çıkmasının, katillerin analarından emdikleri sütü burunlarından getirmek için yeteceğini anlatıyor sözlük yazarı. Olayın ilk duyulduğu akşam yanımdakilerin de söylediği tam olarak buydu. “İçeri girseler bile ordakiler onları yaşatmazlar”. Sözlük yazarı da aynı şeyleri söylüyor ve yaşanmışlıklardan örnekler sunuyor.
En masumundan en hırçınına kadar herkes suçun hakkıyla cezalandırılmamasından korkuyor. Bundan cesaret alacak diğerlerinin de aynı fiilleri başkalarına uygulayacağından korkuyor. Tüm bu kin nefret ve linç düşüncelerinin arasında bir tablo vardı TV ekranlarında dün akşam.
Özgecan’ın babası. Taziye çadırında annenin “asılsın” diye kalbi, vicdani ve haklı isteğine, dışarıda yaralı yüreklerin “kısasa kısas” haykırışlarına karşılık o “baba” şunu diyordu:
“Ben acırım. O’nun da anası babası var. Çok canını acıtmasınlar. Aman çok işkence etmesinler”
Bu baba başka bir baba. Bir tek nazlı fidanını kaybetmiş, “meleğimin üstüne toprak atmayın” diyen, O’nun toprağına dokunmaya kıyamayan yaralı bir baba. Herkes asılsın, kesilsin naraları atarken, en yaralı, kalbi cayır cayır yanan bir baba nasıl olurda “aman ha çok işkence etmesinler, o da bir insan evladı” diyebilir. Bunu söyleyebilmek için nasıl bir yürek sahibi olmak gerekir. O yüreğe neleri gömmüş olmak gerekir.
Elbetteki “kısasa kısas” bir müslümanın en büyük hakkıdır. Öldüren aynı şekilde uygulanacak cezayı şer’i sisteme göre hak etmektedir. Bugün O Baba eline bıçağı alıp katili delik deşik etse, benzini döküp yaksa yüzde yüz haklıdır. Ancak O’nun "intikam alıcıların en Büyüğüne" güvenerek söylediği, bize yavan gelebilir.
Yaratılanı yaratandan ötürü seven bir baba söylemidir O. Hesabının bu dünyada görülmesinin nefsi azgınlaştıracağını bilen bir babadır O. Ve nihayet hesabın büyüğünü Şaşmayan Teraziye bırakmış bir babadır O.
Öyle vakur duruşuyla, metanetiyle bir kız babası olmayı çoktan hak etmiş, hakkını vermiş, emanetini Rabbine tertemiz iade etmiş, Allah-u alem cennetin kapısında ruhu çoktan beklemeye başlamış bir babadır O.
Ahmet SAVAŞ / 17.02.2015-Adana
Ahmet SAVAŞ / 17.02.2015-Adana
0 yorum:
Yorum Gönder