20 Temmuz 2017 Perşembe

ER KİŞİ NİYETİNE


Etrafta onca üniversite bitirmiş var ama hepsi boş geziyor. Okusam ne olacak ki! Adamın olmazsa hiçbir işe yerleşemezsin. Okulda vakit kaybedip sonunda açıkta gezeceğine bir makam sahibinin kıçında yalaka ol hemen işe yerleşirsin, hatta rüyanda görebileceğin makamlara ışık hızında yükselirsin…”

Eğitim seviyesini sadece bina ve derslik sayısı ile  ölçen zihniyetlerin ortaya çıkardıkları düşünce bu!

Maddi kazanç ve güç gösterisi her şeyin üzerine çıkmışken, komşu komşuya arabasıyla eviyle hava atmaya çalışırken öğretimin bu dünyada yeri yok! Dikkat edin eğitim demiyorum! Öğretim bile para etmezken, yazılı basın, görsel basın ve sosyal medya bize habire lüks yaşam, estetikli ve filtreli güzellikler sunarken eğitimi kim takar ki!

Kafanızı her çevirdiğinizde kolay yoldan para kazanma yolları size gösterilirken, yitip giden ahlak, maneviyat, edeb elbet bizi sille tokat dövmek için karşımıza dikilecekler. Kah eşimiz rolünde, kah çocuğumuz rolünde… ama eninde sonunda bize hesap soracaklar…

Aslında eğitim daha ana kucağında başlıyor. Öğretim ise en sonda üniversitelerde veriliyor. Eğer çocuk eğitimini küçük yaşta alıyorsa öğretime gerek bile duymadan ekmek parasını alnının teriyle kazanmaya devam ediyor. Şımarıklığına rağmen hasbel kader üniversiteye kadar geldiyse eğitimsiz, en iyi mesleğin öğretimini dahi alsa "baltaya sap" olamıyor. "Sapın ucunda kazma" olarak kalmaya devam ediyor.

Oysa yüzyıllar öncesinde hiç öğretim görmemiş olmasına rağmen; “girdim ilim meclisine eyledim kıldım talep, dediler ilim geride illa edeb illa edeb” diyen Yunus Emre, daha testi kırılmadan kızını döven Nasrettin Hoca misali kulağımızı çekiyor ama anlayan kim.

Bu yıllarda makam koltuklarına kurulan eğitim ve edepten yoksun idarecilerin yetişen genç nüfusa ne kadar zarar verdiklerini, böylece birliğimizi beraberliğimizi kökünden dinamitlediklerini bir sonraki jenerasyonun o koltuklara oturmasıyla çok acı olarak tecrübe edeceğiz. Sonuçta boynuz elbet kulağı geçecek.

Neden böyle bir düşüncede olduğumu anlamak için yazının ilk paragrafına bir daha dönelim. O düşünceler henüz eğitim öğretim hayatının ortalarında olan ve tam da bugünlerde üniversiteye hazırlanmaya başlaması gereken bir ergenin ağzından çıkan sözler. Annesi “bir devlet kapısına girsin de nasıl girerse girsin” derdinde. Babası ise “keşke okula göndereceğime bir partinin gençlik kollarına gidip gelseydi. İşte orda getir götür işlerine bakarken birilerini tanır, sayelerinde işe girer böylece okulu kazanmak için ve okumak için para dökmek zorunda kalmazdım” pişmanlığında…. Ne o annenin ne o babanın bir suçu var, Onlara bu düşünceyi habire pompalayanlar dışarda. Ya da tam aksi içerde!. Salonumuzda, cebimizde taşıyoruz onları. Onlar emek sarfetmeden kazandıkları paraları öyle hızlı, öyle çok ve öyle güzel yiyorlar ki o ergen neden dirsek çürütmeyi seçsin ki!..

Muhtemelen fotoğrafı da merak ettiniz!

Fotoğraf PKK tarafından kaçırılıp şehit edilen öğretmen Necmettin Yılmaz’ın ev eşyaları. Ne kadar az değil mi? Ne kadar kırık dökük!

Bu yoksunluk haliyle Şanlıurfa’nın ücra bir köyünde o “beach party” lerden, “sneak house” lardan, şezlonglardan, kumsallardan ve envai çeşit dünya zevklerinden uzakta ne yapıyordu. Neden kabulleniyordu itin uğramayacağı yerlerde yaşamayı ve ekmek parası kazanmayı. Sadece öğretmek için mi? Sedece okuma yazma, toplama, çarpma öğretmek için mi ordaydı? "Bölme" öğretmek niyetinde değildi kanımca!

Orda olmasıyla zaten o köylü çocuklarına en büyük eğitimi veriyordu. “Ben buraya size ilk adımlarınızı sağlam atmanın, edebli olmanın, saygıda kusur etmemenin, vatanına aşık bireyler olmanın, yarın büyüyüp makam sahibi olduğunuzda haktan hukuktan ayrılmamanın eğitimini vermek için geldim diyordu.” Ve o küçücük; belki yalın ayak, giyecek başka çift elbisesi olmayan çocukların gözlerinde duruşuyla büyüyor büyüyordu. Yani O ve onun gibiler o köylerde bir Yunus , bir Mevlana , bir Akşemsettin oluyordu….

Oluyordu da işte bu tarafta da güya öğretiminde zirve yapmış ancak edeb kapısından sopayla kovalanmış “kültürlü” okumuşların gazladığı kara cahiller tarafından kaçırılıyor ve öldürülüyordu. Şimdi o ufacık köylü çocuklarının gözünde kim devleşiyor. Kendilerine kaç kilometre uzaktan gelen ve  ilim irfan öğreten öğretmenleri mi, dağda gezerken taharetlenmeyen (afedersiniz ama götü boklu) o terörist soytarıları mı? 

Tabii ki hep birden “öğretmen” diyoruz ama yazının başına dönüp paragrafı bir daha okuyun eğer siz de de aynı düşüncelerden zerre miktarı varsa, buyurun cenaze namazına!

Gömelim artık öğretmeni, ilmi, irfanı, edebi, ahlakı….