Ne çok sıkıntı biriktiriyoruz bu günlerde! Hayat hep üstümüze üstümüze geliyor! Sabrımızı deniyor desek, çoktan bitti o!
Hiç değişmeyen geçim sıkıntısı var mesela; omzumuzdan hiç inmeyen. Babam “kemer sıkma” politikası lafı geçince haberler gülerdi acı acı. “Daha nereye kadar sıkacağız bu kemeri biz yav?” diye masumca sorardı kendi kendine! Oysa ne kadar sıkarsan, o kadar küçülüyordu sanki bel çevresi. Kör boğaz değil mi, beş lokma versen de doyuyor, bir lokma versen de!
Ama öte taraftan “kemer sıkma politikası”nı geliştirenlerin kemerleri inadına bir delik daha genişliyordu, garibanın ki bir delik daha daralırken. Ha bire köylüye, işçiye, yoksula vatan için, millet için biraz daha fedakarlık diyenlerin göbekleri şişiyordu. Gariban bir lokmayı koklaya koklaya yemeye kıyamazken, o göbekli politika yapıcılar, “deveyi hamuduyla götürüyordu”. Babam gülüyordu gülmesine ya, yüreğine de ince bir sızı oturuyordu. Çocukları da onunla birlikte “kemer sıkma politikası”nın kobayları olduğu için. Kimbilir belki de geceleri gizli gizli ağlıyordu. Çocuktuk biz unutuyorduk, kıt kanaat geçinmenin sancısını. Ama şimdi baba olunca anlıyor insan, babalar unutmuyordu ve çok utanıyordu delik deşik olmuş kemerlerinden…
Eğitim de sıkıntılı değil mi? herhangi bi yerde rastladığınız iki gencin konuşmalarına kulak verin mesela, gözlerinizi davranışlarından koruyun ama. Yoksa o dakka saygısız tavırlarından inme inebilir. Ne çok bilgi yükü var gençlerin üzerinde. Herşeyden haberleri var, her şeyi biliyorlar, bilmeseler de çabucak öğreniyorlar. Ama bir türlü eğitilmiyorlar. Bir de bilmeyip de biliyormuş gibi ahkam kesenler var. Onların durumu zaten kronik, hiç bir tedaviye cevap veremez onlar. Çünkü cahilliklerinden haberleri yok. Yani kendilerinden! “Sen seni bil sen seni, yoksa patlatırlar enseni” diyordu rahmetli Cem Karaca, bunların enseleri de kalın, patlatmaya güç de yetmiyor. Çünkü hepsi başka ensesi kalınların yanında yalaka, artçı, yancı, dalkavuk, şakşakçı… bunun için de hamileri çok. Siyaset dememe gerek yok herhalde. En büyük ense kalınlaştırma mecrası… Daha da açmayayım şimdi konuyu!...
Sağlık çok büyük sıkıntı bir de! Ne yesek, yapay, sentetik, ilaçlı, zehirli, hormonlu! Saf domatesin tadını unuttuk. O domates, biber ve yumurta üçlüsünün ortaya çıkardığı güzellik menemen mesela. Kaçımız çocukluğumuzdaki tadı bulabiliyor ki! Ne çocukluğumuzun saflığı kaldı, ne domatesin saflığı. Hayatlarımız, güneşte kalmış, ezik büzük domatesler gibi, tatsız, kokuşmuş… Gün aşırı bir başka ağrı yokluyor kaslarımızı, kemiklerimizi. O gün hangisinin şiddeti fazlaysa sahne onun oluyor. bir gün boyun ağrıları arzı endam ediyor, ertesi gün bel ağrısı… bir diğer gün dizleri sızlıyor insanın, ertesi gün dişleri… “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” diyen Kanuni, yediklerimizi görseydi midesi ağzına gelirdi herhalde....
Bunları zaten hepimiz biliyoruz. Genel ama yıllardır hiç değişmeyen problemlerimiz! İşte devamına yolsuzluğu ekle, torpili ekle, adaletsizliği ekle…Kendine göre özelleştir, evliliği ekle, ilişkileri ekle, çocukları ekle, ev almayı ekle, arabayı, yazlığı, ekle,... Ekle de ekle… Hep sorun hep sıkıntı…
Yetmezmiş gibi, iki senedir ufacık tefecik bir virüs… ağzımızdan girdi burnumuzdan çıkmadı. Ciğerlerimizi tarumar etti, mezarlığa bile gidemiyoruz cenazelerimizin ardından. Mutasyon geçirip, maske kromozomlarımıza yerleşecek bu gidişle. Maske sabit aksesuar olarak verilecek doğarken.
Tabi, biz yanlış politikalar yüzünden evde kalmamız gerekirken, çalışmak zorunda bırakıldığımız, aşı ve tedaviyi bile tedarik edemeyip doğru düzgün ve hızlıca paylaştırmadığımız, ve hala bu yüzyılda pazarlardan meyve sebze toplayıp evine götürüp karın doyuran ama sağlıksız beslenen, hastalıklara karşı dirençsiz kalan milyonları tam anlamıyla adil, hakça bir ücret ve gelir paylaşımı yapmadığımız sürece virüsten kurtuluşumuz yok gibi görünüyor.
Ama rivayet olur ki, virüs, hep garibanın sıka sıka yine de bol gelen kemer deliklerinden daha kolay süzülürmüş içeri, oysa o “kemeri sıktıran” politikacıların göbeklerinde bir dirhem boşluk yokmuş ki zaten nereye yerleşsin!
Değil mi a canım!
0 yorum:
Yorum Gönder