21 Ağustos 2020 Cuma

GOGOL - ÖLÜ CANLAR ÜZERİNE

 

Rus edebiyatı insanın gözünü hep  korkutur. En azından benimkini çok korkuturdu. Devasa ciltler, uzun uzun anlatımlar, tasvirler, karamsarlık, hastalık ve bir de üstüne Rusya’nın soğuk kasvetli havasını düşünmek…. İçim üşürdü, yüzüm düşerdi her okumaya niyetlendiğimde.

Diye diye kırk yaşında ancak cesaretimi toplayıp Dostoyevski ile başlayayım dedim. Bir de tabii en meşhuru “Suç ve Ceza”…

Hiç yanılmamışım o yaşıma kadar. Daha ilk sayfalardan içime bir öküz oturdu sanki. Akmıyor kitap. Okuma yerimi değiştiriyorum olmuyor, yatıyorum olmuyor, oturuyorum olmuyor, az ışıkta okuyorum, çok ışıkta okuyorum kar etmiyor, bir türlü kucaklamıyor beni kitap… Bıraktım bir kenara, on beş gün başka da bir kitap almadım elime. Kitabı daha yarılamadan okuduğum sayfaları da unuttum…

Ama bir şey vardı sürekli kafamın içinde oraya buraya dolaşan. Raskalnikov! Habire beni çağırıyordu sanki. Farkında olmadan o bitmez tükenmez tedirginliği beni sonunda kitaba tekrar başlattı. Okuduğum yerleri tekrar okudum, karakterler oturdu, olaylar oturdu ve kitap dört koldan sardı beni… Sonra hani gözünüz hep loş ışığa alışır ve bir süre sonra o ortam sizi o kadar rahatlatır ya, işte Rus Edebiyatının bu dev eseri beni Rusya’nın soğuk, karanlık topraklarında dolaşmaya, Raskolnikov’un o ufacık odasındaki uyumaları, tedirginlikten odaya sığamaması, bitmeyen hastalığı falan hepsi çok cazip gelmeye başladı…

İşte böyle! Kırkından sonra Rus edebiyatı okumaya aşladım. Dostoyevski’yi nerdeyse bitirdim. Bu gün yeniden okusam sıkılmadan aynı satırları tekrar okurum. Mutlaka kaçırdığım bir şeyler vardır. Deştikçe hazine çıkıyor sanki… Ama Rus edebiyatına yanlış yerden başlamışım… İçeri girmek için Puşkin veya Gogol’un olduğu kapılardan birini seçmek daha mantıklıymış. Hele Gogol olursa mükemmel seçim olur. Lise edebiyat öğretmenlerini özellikle burada anmam gerekiyor. Gençlere kitap okumaya nerden başlamak gerektiğini mutlaka öğretmeleri gerekiyor.

Ben “Ölü Canları” okuduktan sonra, Rus edebiyatına dair ne varsa sıkılmadan, bıkmadan usanmadan okuyabileceğimi düşünüyorum artık. Gogol çok başka, çok karamsar, çok neşeli, çok alaycı, çok dürüst ne bileyim çok çok çok yani. Her şeyi üst seviyede. Kendisi de zaten sınırda yaşıyor hayatı. Kendisi “kimi zaman kendimi odamda kendimden geçmiş bir şekilde buluyorum, bu belki iki saat süren nöbetler halinde tekrarlanıyor” diyor. Ruhsal bunalımlar yaşayan ve bu bunalımlar sırasında “Ölü Canlar”ın bir cildini, evet koca bir cildi, yakıveriyor. Aslında kitap üç cilt olmalıymış ama elde kalanlar kurtarılarak ancak iki cilt tamamlanıyor. Hasan Ali Yücel Klasikleri Dizisi, İş Bankası Yayınları Basımında, Mazlum Beyhan’ın çevirisinde zaman zaman “bu sayfanın baı eksik”, “burda iki sayfa eksik” gibi dipnotlarla bu durum açıklanıyor. Ancak zaten özellikle birinci ciltte karakter tanıtımları ile, çevre tasvirleri ile kendine hayran bırakıyor.

İçeriğine gelecek olursak.

Kitabın kahramanı Çiçikov. Hayran kaldığımı belirtmek isterim. Tam “tekeden süt çıkarabilir”, “nabza göre şerbet” adamı. Olay tümüyle Çiçikov başlangıçta biraz gizemli işine odaklanıyor. Yalnız Amerikan filmleri gibi her şey sonda açıklanmıyor. Çiçikov’un niyetini öğreniyoruz zaten birinci cildin sonunda. Ve hayran kalıyoruz bu zekaya. Diğer yardımcı karakterlerde hayran kalıyor zaten. Sadece onlar mı köylüler, şehirliler, memurlar, amirler hepsi hayran kalıyor Çiçikov’a. Elinde hiçbir şeyi olmayan adamın nasıl da bir plan içinde olduğunu görünce şaşırmamak elde değil. Gerçi geriye dönüşlerle Çiçikov’un memuriyet hayatını da bize anlatınca Gogol, pek de dürüst olmadığını anlıyoruz. O zaman “hee zaten bundan başkası da beklenmezdi bu adamdan” diyoruz ama Gogol’un bu olay etrafında soylu geçinenlerin ne kadar da savurgan, ahmak olduklarına dair ufak dokundurmaları da işin güzelliği… Gogol kendisi orta halli bir köylü çocuğu olunca, köyden ayrılıp şehirde yeni hayatlar kuran her çocuk genç gibi köye özlemi olduğunu saklamıyor. Bunu da karakterlerin toprakla uğraşmalarını, topraktan başka uğraşıların biz insan oğluna bi şey kazandırmayacağını uzun uzun anlattığı ikinci ciltte görüyoruz.

Yani Gogol müthiş. Ölü Canlar Rus Edebiyatına başlamak için müthiş… Puşkin’den “Yüzbaşının Kızı” da iyi bir seçim olabilir başlangıç için… Ben Gogol’dan “Palto” ile devam ediyorum… Vakit kaybetmeyelim de okuyalım artık…

0 yorum:

Yorum Gönder