Rus edebiyatı insanın gözünü
hep korkutur. En azından benimkini çok
korkuturdu. Devasa ciltler, uzun uzun anlatımlar, tasvirler, karamsarlık, hastalık
ve bir de üstüne Rusya’nın soğuk kasvetli havasını düşünmek…. İçim üşürdü,
yüzüm düşerdi her okumaya niyetlendiğimde.
Diye diye kırk yaşında ancak
cesaretimi toplayıp Dostoyevski ile başlayayım dedim. Bir de tabii en meşhuru “Suç
ve Ceza”…
Hiç yanılmamışım o yaşıma kadar. Daha
ilk sayfalardan içime bir öküz oturdu sanki. Akmıyor kitap. Okuma yerimi
değiştiriyorum olmuyor, yatıyorum olmuyor, oturuyorum olmuyor, az ışıkta
okuyorum, çok ışıkta okuyorum kar etmiyor, bir türlü kucaklamıyor beni kitap…
Bıraktım bir kenara, on beş gün başka da bir kitap almadım elime. Kitabı daha
yarılamadan okuduğum sayfaları da unuttum…
Ama bir şey vardı sürekli kafamın
içinde oraya buraya dolaşan. Raskalnikov! Habire beni çağırıyordu sanki. Farkında
olmadan o bitmez tükenmez tedirginliği beni sonunda kitaba tekrar başlattı.
Okuduğum yerleri tekrar okudum, karakterler oturdu, olaylar oturdu ve kitap
dört koldan sardı beni… Sonra hani gözünüz hep loş ışığa alışır ve bir süre
sonra o ortam sizi o kadar rahatlatır ya, işte Rus Edebiyatının bu dev eseri
beni Rusya’nın soğuk, karanlık topraklarında dolaşmaya, Raskolnikov’un o ufacık
odasındaki uyumaları, tedirginlikten odaya sığamaması, bitmeyen hastalığı falan
hepsi çok cazip gelmeye başladı…
İşte böyle! Kırkından sonra Rus
edebiyatı okumaya aşladım. Dostoyevski’yi nerdeyse bitirdim. Bu gün yeniden
okusam sıkılmadan aynı satırları tekrar okurum. Mutlaka kaçırdığım bir şeyler
vardır. Deştikçe hazine çıkıyor sanki… Ama Rus edebiyatına yanlış yerden
başlamışım… İçeri girmek için Puşkin veya Gogol’un olduğu kapılardan birini
seçmek daha mantıklıymış. Hele Gogol olursa mükemmel seçim olur. Lise edebiyat
öğretmenlerini özellikle burada anmam gerekiyor. Gençlere kitap okumaya nerden
başlamak gerektiğini mutlaka öğretmeleri gerekiyor.
Ben “Ölü Canları” okuduktan
sonra, Rus edebiyatına dair ne varsa sıkılmadan, bıkmadan usanmadan
okuyabileceğimi düşünüyorum artık. Gogol çok başka, çok karamsar, çok neşeli,
çok alaycı, çok dürüst ne bileyim çok çok çok yani. Her şeyi üst seviyede.
Kendisi de zaten sınırda yaşıyor hayatı. Kendisi “kimi zaman kendimi odamda
kendimden geçmiş bir şekilde buluyorum, bu belki iki saat süren nöbetler
halinde tekrarlanıyor” diyor. Ruhsal bunalımlar yaşayan ve bu bunalımlar
sırasında “Ölü Canlar”ın bir cildini, evet koca bir cildi, yakıveriyor. Aslında
kitap üç cilt olmalıymış ama elde kalanlar kurtarılarak ancak iki cilt
tamamlanıyor. Hasan Ali Yücel Klasikleri Dizisi, İş Bankası Yayınları
Basımında, Mazlum Beyhan’ın çevirisinde zaman zaman “bu sayfanın baı eksik”, “burda
iki sayfa eksik” gibi dipnotlarla bu durum açıklanıyor. Ancak zaten özellikle
birinci ciltte karakter tanıtımları ile, çevre tasvirleri ile kendine hayran
bırakıyor.
İçeriğine gelecek olursak.
Kitabın kahramanı Çiçikov. Hayran
kaldığımı belirtmek isterim. Tam “tekeden süt çıkarabilir”, “nabza göre şerbet”
adamı. Olay tümüyle Çiçikov başlangıçta biraz gizemli işine odaklanıyor. Yalnız
Amerikan filmleri gibi her şey sonda açıklanmıyor. Çiçikov’un niyetini öğreniyoruz
zaten birinci cildin sonunda. Ve hayran kalıyoruz bu zekaya. Diğer yardımcı
karakterlerde hayran kalıyor zaten. Sadece onlar mı köylüler, şehirliler,
memurlar, amirler hepsi hayran kalıyor Çiçikov’a. Elinde hiçbir şeyi olmayan
adamın nasıl da bir plan içinde olduğunu görünce şaşırmamak elde değil. Gerçi geriye
dönüşlerle Çiçikov’un memuriyet hayatını da bize anlatınca Gogol, pek de dürüst
olmadığını anlıyoruz. O zaman “hee zaten bundan başkası da beklenmezdi bu
adamdan” diyoruz ama Gogol’un bu olay etrafında soylu geçinenlerin ne kadar da
savurgan, ahmak olduklarına dair ufak dokundurmaları da işin güzelliği… Gogol
kendisi orta halli bir köylü çocuğu olunca, köyden ayrılıp şehirde yeni
hayatlar kuran her çocuk genç gibi köye özlemi olduğunu saklamıyor. Bunu da
karakterlerin toprakla uğraşmalarını, topraktan başka uğraşıların biz insan
oğluna bi şey kazandırmayacağını uzun uzun anlattığı ikinci ciltte görüyoruz.
Yani Gogol müthiş. Ölü Canlar Rus
Edebiyatına başlamak için müthiş… Puşkin’den “Yüzbaşının Kızı” da iyi bir seçim
olabilir başlangıç için… Ben Gogol’dan “Palto” ile devam ediyorum… Vakit
kaybetmeyelim de okuyalım artık…
0 yorum:
Yorum Gönder