17 Eylül 2019 Salı

KAFAMDAKİ CUMHURİYET


Aslında sorun hepimizin kafasında.

İlk gençlik dönemlerinde bunun farkına varamasak da ilerleyen yaşla birlikte Cumhuriyetin ne büyük bir erdem olduğunu, yaşanılası, sevgi ve saygı dolu bir dünya için mutlak bir zorunluluk olduğunu daha net anlıyoruz. Çünkü elimizdekileri kaybetmenin acısını daha çok hissediyoruz o yaşlarda. Yavaş yavaş kayıp giden ömrümüz belki de tedirgin ediyor bizi.

Cumhuriyet milli egemenliğin halka yayılmış yönetim biçimidir. Halkın kendi kendini, seçtiği yöneticiler eliyle, yönetmesidir. Kuralların ve kanunların tek bir kişinin veya zümrenin ihtiras ve hırslarına bırakılmamasıdır.

Bu öğretildi eğitim hayatım boyunca. Okullarda sınıf başkanları seçtik sınıfı temsil etsin diye. Sınıfın işlerini düzenini sağlasın, öğretmene karşı tüm sınıf adına sorumlu olsun diye! Şikayetimiz olursa sınıf başkanının üstünde kontrolü elinde tutan öğretmene gittik şikayet için. Kankasına torpil geçen, konuşanlar listesinde öğretmene adını vermediği için kızdık, sesimizi yükselttik, öğretmene şikayet ettik. Kimi zaman seçim yenilendi yeniden seçim yaptık, daha adil daha düzenli bir yönetim için… Tam da Cumhuriyeti yaşatıyorduk, bir taraftan da öğreniyorduk. Sınıf halkı olarak egemenliğimizin tadını çıkarıyorduk…

Sonra büyüyüp oy vermeye yetkimiz olmaya başlayınca, Cumhuriyete bir katkımız, yönetime bir etkimiz olacak diye sevindik. En değerli hakkımız olan “bir oyumuzu” yönetime aday olanlara verdik… verdik de, yönetim bizim istediğimiz, öğrendiğimiz, anladığımız ve uygulanmasından mutluluk duyacağımız Cumhuriyet değildi. Sınıf başkanın kendini “öğretmenin” de üstünde görüp, hoşuna giden arkadaşlarına “kanka”, hoşuna gitmeyenlere “kaka” dediği, sınıfın da kendi içinde sınıflara ayrıldığı bir topluluk olduğumuzu böylece anlamış olduk.

Yani cumhuriyet bizim kafamızın içinde kaldı. Hala da yaşıyor… yaşatmaya da devam edeceğiz…. Ama...

Bugünün dünyasında söyledikleri ile yaptıkları, “oldukları” ile “göründükleri” farklı olan yönetimdekiler artık kafamızın içini de oymaya çalışıyorlar. O okul sıralarında beynimizin kıvrımlarına yerleşen “cumhuriyeti” olduğu yerde, o beyin kıvrımlarımızın içinde tüketmek için arka arkaya operasyona girişiyorlar. Açık açık beyin ameliyatı…

Okuduklarımız, giydiklerimiz, yediklerimiz, içtiklerimiz hepsi onlar için birer delil. Hepsi, eğer onların istediği gibi değilse, bizi “cumhuriyet” hastası yapıyor. Ve bu günlerde bu hastalığın onlara göre tedavisi yok. “itlaf edilecek” birer hayvan muamelesi görüyoruz. Hatta yetmiyor, fişlenerek gömüldükleri yerler bile kireçleniyor.

Mikroplar çoğalmasın!

Böyle böyle bitiyoruz. Konuşmaya tahammül edemeyenler, halkın egemenliğini ağızlarına sakız ederek, egemenliğimizi çiğneyip çiğneyip yüzümüze tükürüyorlar. Onlar bütün egemenliği kendilerinde toplayarak daha rahat, daha huzurlu yaşarken, egemenliğin asıl sahibi millet, dışlanıyor, öteleniyor, ötekileştiriliyor….

Kafamızın içine yerleştirilen Cumhuriyet ise beyin kıvrımlarımızın en dip, en karanlık yerine doğru büzüldükçe büzülüyor.

Olsun!

Kapkara olmadıktan sonra her şeyimiz mutlaka bir gün ışık vuracak. Ve önüne geçilmez olacak. Kıraç topraklarda yıllar boyunca gömülü kalıp da ilk yağmurlarda suyu gördüğünde fışkıracak rengarenk…

İşte böyle kafamızın içindeki Cumhuriyet ile umudumuz olan cumhuriyet aynı. Ama şundan eminim ki yaşadığımız kesin olarak Cumhuriyet özlemi çekenlerin istediği Cumhuriyet değil… Böyle biliyorum…