Baştan açık ve net söyleyeyim. Adanalı değilim. Bu şehirde yaşamaktan memnun muyum?... Evet…
İnsanların olmak istediği ile olduğu yer farkına yaşam kalitesi diyoruz. Ve yaşam kalitesini yükseltmek sadece bireyin kendi elinde değildir. Ortak yaşam alanlarındaki diğer bireylerin davranışları ile şekillenir yaşam standartlarımız.
Ortak yaşam alanları mı dedim… Ben Adana da çevreme baktığımda öyle alanlar göremiyorum maalesef. Ve üzülerek söylüyorum ki, bunu hak etmiyor bu şehir…
Yirmibeş sene önce, çocukluğumun geçtiği Denizlide, köyümde, ilkokul öğretmenim en büyük şehirlerimizi sayın dediğinde hep birlikte sınıfça bağırıyorduk: İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Bursa… diye.
Bu büyüklük sanayisiyle lokomotif olan bir şehri anlatıyordu. Devasa fabrikalarından yine o ilkokul sıralarında öğretilen tekstil ürünleri dağılıyordu dünyanın dört bir tarafına. En fakir bölgemizi de biliyorduk ülkemizin. Ve o bölgelerden yığınlarla gelen göçleri bağrında tutuyor, her birine aş ekmek oluyordu bu şehir.
Ülkenin her yerinde sinema salonlarını Adanalı artistlerin oynadığı filmler dolduruyordu. İstanbul gazinoları Adanalı şarkıcılarla coşuyordu her gece.
Sanayisiyle Türkiye’yi büyütüyordu Adana, sanatıyla, kültürüyle yine Adana eğlendiriyordu ülkeyi…
Kim bu kadar büyük, zengin bir şehri alıp da “Türkiye’nin en büyük köyü” yaptıysa ortaya çıksın kardeşim. Basiretsiz yerel yönetimler mi, Güneyin bu büyük gücünü kısır hesaplara mahkum eden merkezi yönetimler mi, daha çok rant, daha çok teşvik diye kendi toprağını bırakıp kaçan yine Adanalı sanayiciler, ticaret erbabları mı?..
Göçle gelip de şehri terör alanına çeviren, yediği kaba pisleyen eşkıyalar mı..
Okumuş, mürekkep yalamış, hak adalet bilir diye kürsülere oturttuğumuz, ancak zalimle kebapçılarda, çilingir sofralarında mazlumun kanını emmek için ortak hesap yapan hukukçular mı..?
Caanım verimli toprakları kurban edip üç kuruşluk (kuruş dediğime bakmayın milyarları canlandırın gözünüzde) ranta kurban eden imarcılar mı, şehir planlamacılar mı…
Say say bitmez bu şehrin ekmeğini yiye yiye bitiremeyenler.
Ancak geçmişe bu kadar hayıflanıp da hiç birşey yapmamaya devam edersek, hani meşhur tabirle “enkaz edebiyatı” yapmak için bir enkazımız bile kalmayacak.
Tam da bu noktada bir parantez açarak bir soru sormak istiyorum. Türkiye’nin en büyük adalet sarayı ile bölge mahkemelerinin bu şehre yapılıyor olması siz Adanalıları hiç gocundurmuyor mu? Şahsen ben bunu övünülecek bir durum olarak görmüyorum. Bir yerde cezaevlerinin ve adalet saraylarının büyümesi, ordaki yaşam kalitesinin düştüğünü, suçun arttığını, insanlarının artık birbirine güvensiz olduklarını, parklarının bahçelerinin yankesici, haraçcı, tinercilerle dolup taştığını gösterir.
Artık Adana da yaşayanlar için (Adanalılar demiyorum) bıçağın kemiğe dayandığı bir noktadayız kanımca. Daha fazla işsizliği, daha fazla yolsuzluğu, daha fazla başıboşluğu, daha fazla suçu, daha fazla eğitimsizliği, daha fazla altyapısızlığı kaldıramaz bu şehir. Bu şehir aydınlanmalı, bu şehir çalışmalı, üretmeli ve huzura ermelidir artık…
O zaman sorunu çözecek olan tek lokomotif, yerel yönetimdir. Adananın tekrar parlayan bir yıldız olarak, Türkiye’nin en büyük köyünden sayılı büyük şehirleri arasına girmesi için kıvılcımı çakacak olandır, yerel yönetim.
Allah aşkına halkın yararına yollar yapın sıkışıp kalmayalım daracık sokaklarda, parklar kültür merkezleri yapın çocukları salalım çayırlarına. Bunca suyun bolluğunda, göl kenarında neden hala devasa bir su parkımız yok mesela…
Gidin arayın bulun, yalvarın yakarın, tutup yakasından zorla çağırın sanayicileri. Teşvik verin, arazi verin, E-5 üzerinde yıkık dökük virane fabrikaları tekrar canlandırın. Canlandırın ki bu şehrin insanı çalışsın o fabrikalar da, evine ekmek götürsün. Hayır dualar alın.
Bereketli topraklar üzerinde yaşadığımızı hatırlayın. İnsanı eksen insan bitecek toprakları değerlendirmek için, çiftçiyi eğitmek için Tarım Bakanlığının kapısında yatın gerekirse. Çiftçi kendi tohumunu kendisi üretsin mesela, ne idiğü belirsiz “yahudi tohumları” ile üretim yapmasın.
Sonra Yumurtalık için, Karataş için oturun düşünün. Mesela yolunu düzeltin. Sahilini düzeltin. Çamurun içinde, lağım sularının yanında kimse denize girmez. Gidip paramızı Mersinin sahillerinde harcamayalım. Buranın halkından buranın esnafı kazansın yine…
Ve çalışın.. Allah aşkına verilen bu fırsatı kör siyasi çıkarlara alet etmeyin. Çalışın… Çalışın ki “her şeyi değiştirin”, çalışın ki sevinelim, çalışın ki sevelim… çalışın ki yine seçelim…
Adana-12.11.2014
Kör Parmağım Gözüne: Yukarıdaki resme bakıpta Adana ile ilişkilendirmeye çalışma.. Resim yapılacak işin ne çok olduğunu, ve bu işte ne yalnızlıklar yaşayacağımızı anlatsın diye kondu oraya...
0 yorum:
Yorum Gönder