“Azerbaycanlılar Ermenilerin sivil halka karşı katliam yapmayacağını düşünmekteydiler. Biz bunu Azerbaycanlılara şaka yapmadığımızı göstermek amacıyla ibret olsun diye yaptık.”
Tıpkı tarlalarda biten yabani zararlı otlar gibi, dünya üzerinde gelmiş geçmiş iki milletten biridir Ermeniler. Diğeri tarih boyunca peygamberlerine bile acımayan Yahudilerdir. Kökende zaten birleşirler.
Bunca belalarına rağmen, nankörlüklerine ve kıskançlıklarına rağmen hala muhatap alınan bir devlettir oysa Ermenistan. Yaptığı tüm soykırım ve düşmanlıklara rağmen hala ciyak ciyak bağıran da yine Ermenistan. Bu Türk düşmanlığı, Dünyanın Türk’ten korkması boşuna değil elbette.
Psikologların meşhur cümlesini hatırlayın: “çocukluğuna inelim.” Sanırım komşularımızın bizi bir kaşık suda boğmak istemelerinin ana sebebi, sindirememek. Kökümüzün belli olması sindiremedikleri, onlar gibi kırma, toplama, sağdan soldan döl tohum karıştırma toplum olmadığımızdır belki de.
Anadolu’dur sindiremedikleri. Bizansın elinden alındığından beri yediremezler.
Ve insanlığımızdır ezildikleri altında. Yüzyıllar boyunca üç kıta yetmiş iki milleti çatısı altında tutan adaleti ile gittiği her yere atalarımızın götürdüğü insanlığımızdır altında kaldıkları. Kıskançlıklarıdır.
Ağır gelir onlara bu tarafımız. Onca işkenceye, sürülmeye, savaşa, açlığa kıtlığa rağmen kin gütmememiz acıtır gururlarını.
İşte 23 yıl önce 25 Şubat 1992 Hocalı da yaptıkları da tüm bunların ispatıdır. Doğrudur Birinci Dünya Savaşı’ nda Ermenilerin öldüğü. Onlar öldü de bu vatanın has çocukları ölmedi mi? Hem de Ermenileri de savaştan kurtarmak için köylerinden çok uzaklarda savaşırken!. Nihayetin de savaş bu ölüm kaçınılmaz. Ancak Hocalı da yapılan ölüm değil. Onun adı ölüm olmamalı. Kadınların, çocukların elsiz kolsuz, başsız vücutları, yanmış yakılmış bedenleri, ölümden değil.
Ölüm kendi başına bu kadar şiddetli değil.
“Birçok insançirkin hale getirilmiş, masum kızın sadece kafası kalmış.”
(Times Gazetesi, 4 Mart 1992)
Yazının giriş cümlesinde okuduğunuz ve muhtemelen bir anda tüylerinizi diken diken eden cümle bugün Ermenistan devlet başkanı olan Serj Sarkisyan’a aittir. Sarkisyan 23 yıl önce Hocalı’da 613 Azeri vatandaşının katledilmesi, yüzlercesinin esir alınarak işkence edilmesi emrini veren zamanın askeri komutanı. Tıpkı Kosova’da, Bosna’da veya Doğu Türkistan’da, Kuzey Irak’ta soydaşlarımızın çektiği acıların sebebi olan diğer insan müsveddeleri gibi bu da aynı mantıkla Sovyetlerin içinde yetişmiş, derdi öldürmek değil, acıtarak, yakarak, keserek öldürmek olan bir insan bozuğu. Verdiği emirle bir soykırım suçlusu.
“Binbaşı Leonid Kravets: Ben şahsen tepede yüz civarında ceset gördüm. Bir erkek çocuğun kafası yok idi. Her tarafta acımasızca öldürülmüş kadın, çocuk ve ihtiyar vardı.” “İzvestiya” (Moskova), 13 Mart 1992
Bir gece düşünün ki can korkusu, kan kokusu sarmış her yeri. Düşman çok uzakta değil. Nefesini hissedersiniz kulak kesilseniz. Biliyorsunuz yavaş yavaş sarıyorlar dört bir yanı. Kuzeye, güneye, batıya dönüyorsunuz, tutulmuş yollar. Gece karanlık, soğuk. Tek çıkış yolu var doğuya doğru kaçmak. Haberler o taraftan biraz daha güvenli geliyor. Güveniyorsunuz da. Ve göç başlıyor, korkulu yavaş adımlarla. Nerden bileceksiniz, hain piç kurularının yolun her yanına salyalarını akıtarak dizildiklerini. Çok gitmeden dişini gösteriyor “kahpe ölüm”. 106 kadın, 83 çocuk olmak üzere tam 613 Azeri kandaşımız, karındaşımız Hocalı’da saniyeler içinde yere düşüyor. Bir o kadarı belki iki katı esir alınıyor, işkence edilecekler.
İki devletin birinin kolu kanadı kırılıyor, tek milletin canı yanıyor.
Dünya uyur uykusunda. Dünya rüyalarında. Ertesi sabah kim dert ediniyor kendine!
Ölülerin yakılmasıyla görevli Ermeni grup, Hocalı'nın 1 kilometre batısında bir yere 2 Mart günü 100 Azeri ölüsünü getirip yığdı. Son kamyonda 10 yaşında bir kız çocuğu gördüm. Başından ve elinden yaralıydı. yüzü morarmıştı. Soğuğa, açlığa ve yaralarına rağmen hala yaşıyordu. Çok az nefes alabiliyordu. Gözlerini ölüm korkusu sarmıştı. O sırada Tigranyan isimli bir asker onu tuttuğu gibi öteki cesetlerin üstüne fırlattı. Sonra tüm cesetleri yaktılar. Bana sanki yanmakta olan ölü bedenler arasından bir çığlık işittim gibi geldi. yapabileceğim bir şey yoktu. Ben Şuşa'ya döndüm. Onlar Haç'ın hatırı için savaşa devam ettiler.
'For The Sake of Cross' - Haçın Hatırı İçin, Sayfa: 62-63
Bize kimse hümanistlik yapıp, insan sevgisinden bahsetmesin artık. Çünkü o kara gecede insanlık yoktu. Çıkan her kurşun insanlığın kalbine saplanıyordu. Yapılan her işkence insanlığın tırnaklarını söküyordu, ciğerini deliyordu.
Yazarın bahsettiği “Haç’ın hatırı” da yoktu orda.
Kanlarında dolaşan vahşi hayvanı serbest bırakmışlardı Hocalı’da Ermeniler.
Tıpkı birinci dünya savaşında, gariban Türk köylüleri Batıda, Arabistan çöllerinde savaşırken köyleri yakıp yıktıkları, kadınlara kızlara tecavüz ettikleri gibi. Tıpkı ilerde fırsat bulsalar yine yeniden aynısını yapacakları gibi.
Bir kere daha 23 yıl sonra soğuk günde yürekleri yakan acıyı hatırladık. Hiç unutmamak için, hiç boyun eğmemek için, hatırladık. Hocalı ateş hiç sönmeyecek.
Ve bu acı, bu kin hiç bitmeyecek…
Ahmet SAVAŞ / 26.02.2015-Adana
0 yorum:
Yorum Gönder