13 Ekim 2014 Pazartesi

ŞEFKATE MUHTAÇ ŞEHİR: ADANA




Çukurovanın tam da göbeğinde bir şehir…
Ve yüzyıllar boyunca kararan toprakların üzerinde akpak kozaların içinde pamuk devşiren, buğday, mısır kaldıran insanları…

Şimdi artık herkesin içinde yitip giden yılların pişmanlığı son deminde. Ne etkili bir tarım politikası geliştirildi bu bereketli toprakların ürettiğini değerlendirebilmek için, ne yollar köprüler yapıldı taşımak için.  Sanayici desen hepten yalnız kaldı.
Oysa çalışkandı Adanalılar, çoluk çocuk hep birlikte eğilirlerdi tarlalarda. Güneşte hepten kararırdı ailecek bütün fertler.
Sonra hesapsızca göçe izin verdiler büyükler. Daha ucuza çalıştı sonradan gelenler, daha ucuz daha çok üretme sevdasına kapıldı işverenler. Bilmiyorlardı işi. Kalitesizdi üretilen. Çerli çöplüydü toplanan pamuk, çürük çarıktı narenciye. Ama çoktu. Çünkü karın tokluğuna çalışıyordu göçten gelenler.

Yerleştiler. Önce çadırlara, sonra verimli topraklar üstündeki gecekondulara.
Arka arkaya dizildi çocuklar. Eğitimsiz…
Şehrin içlerine yayıldılar. Annne baba habersiz.

Önce mendil, çakmak, sigara sattılar, sonra kaçak dükkanlarda kaçak sigara satmayı keşfettiler, para iyiydi. Tezgah altlarında uyuşturucular. Herkes söyledi. “Tablanın üstündekine değil, altındakine bak”.

Önce çığırtkan oldular, değnekçi diğer tabiriyle.
Sonra kavga dövüş dolmuşçu, kaptan.
Sonra hat sahibi, iki dolmuş, üç dolmuş… Yollar babalarından miras. Kuralsız…
“Haydar”lar şoför koltuklarının hemen yanında.

Önce bir el arabası uydurdular, bir kazma bir de kürek. Habire harç kardılar. İnşaatların bir odalarında yıkadılar çamaşırlarını, aynı tuğlaların içinde kumun üstünde yattılar. Bizde yaparız dediler sonra, adamını buldular, bulamadılarsa tehdit ettiler, dövdüler yine. Rüşvet verdiler… Kaçak apartmanları diktiler. Yıkamadı devlet. Seçim vardı ya. Seçilmek lazımdı ya… Müteahhit oldular… Mimarlık okumadan, mühendislik bilmeden…
Peki en başında tarlalarda iki büklüm pamuk toplayan, buğday biçen, habire çalışan, çalıştıkça kararan öz Adanalılara ne mi oldu?
Onlar bir ikisi hariç, çarkın arasında kayboldu gitti. Evlerinden çıkamaz oldu mangal yürekli insanlar. Çünkü “göçle gelenler” burunlarının dibine kadar geldi. Taciz ettiler, kavga çıkardılar.
Evini yok pahasına sattırdılar, göçe zorladılar.
O da kendisi gibi olanların yanına, “az olsun benim olsun”un yanına taşındı.
Heyhat “göçle gelenler” doydu mu… Bitti mi…
Milli Birlik inancını hiçbir zaman kaybetmeyen Adanalılar hep milliyetçi oldular.
Hükümetin inadına.
Ne köprüsü oldu bu yüzden ne yolu. Ne parkı var şöyle huzurlu huzurlu gezilecek, ne bir piknik alanı.. Oysa ne çok sever Adana insanı mangalı…

Yerel yönetimleri de bu çarkın içinde çözemedi bir türlü sorunları. Bindikçe üst üste bindi. Göstermelik ucube bir iki köprü, altgeçit, kavşak düzenlemesi, çiçek böcek populasyonu falan.. Oysa ne deniyordu “Büyükşehir çalışıyor, Adana güzelleşiyor”. Adana birtürlü güzelleşemedi. Antep güzelleşti, Mersin güzelleşti, yeni yetme vilayet Osmaniye bile güzelleşti ama Adana birtülü güzelleşemedi.
Şimdi bir kere daha coğrafyanın kara kuru ovalı insanları umut besliyor.
Önce diyor beni dinle.
Benim derdime derman ol.
Bırak sonradan gelenleri.
Bu toprağın has evladı benim. Bu mirasa sahip çıkacak ta benim…

Şimdi bir kere daha umut besliyor…
“Bir şey değişecek, her şey değişecek “ diyordun..
Biz bir şeyi değiştirdik, SİZ her şeyi değiştirin diye bekliyor…

Ahmet SAVAŞ – 13.10.2014/Adana

0 yorum:

Yorum Gönder