Giderek daha karmaşık bir hal alan ve topyekün bir savaş çılgınlığına doğru yol alan ülke ilişkilerinde en büyük sorun insan olarak birbirimize saygı duymayışımızdır. Karşımızdakinin değer verdiği kavramları küçümsemek, alay etmek ikili ilişkilerde çatışmanın başlangıcıdır. Daha geniş düzeyde ülke ilişkilerinde de durum farklı değildir. Bireyin ilk eğitimini, anne baba ve diğer akrabalardan oluşan “toplumun en küçük yapı taşı” olan aile içinde aldığı düşünülürse, sağlam ilişkileri olan bir aile içinde yetişen bireyin de toplum içinde yaşamak için sağlam temellere sahip olduğu öngörülebilir.
Eğitimin ikinci aşaması olan okulların hali ise ortadadır. Her eğitim öğretim yılı başında veya her bakan değişikliğinde yeni mevzuatlar, yönetmelikler, tüzükler, kanunlar ve kanun hükmünde kararnamelerle “kuşa” döndürülen eğitim sistemi, kanat çırpmayı bırakın, kanatlarının varolduğunu bile unutmuştur. Elbette ki devletin en asli görevi vatandaşlarının eğitim almasını sağlamaktır. Bunun için eğitim kurumlarının yaygınlaştırılmasıdır. Ancak bu temeli olan bir binanın üzerine yeni tuğlalar koyarak geliştirilebilir bir sistemdir. Her adımda “olmadı, yeni baştan” tezi sisteme darbe vurmaktadır. Ve bu darbe “teminatımız” olan gençlerimizde balyoz etkisi yapmaktadır. Sistemdeki bu hızlı değişime ayak uyduramayan gençler, eğer aile içinde de kaliteli bir iletişime sahip değillerse boşluğu dolduracak alanlara kaymaktadırlar. Daha iki basamaklı iki sayıyı toplayamayan lise öğrencileri durumlarının vehametini fark edemedikleri gibi, ellerinde sigara veya uyuşturucu ile bunu bir eğlence alanı bile görmektedirler.
Hal böyle iken toplumun değer yargılarını göz ardı eden bir eğitim sisteminin zaten geleceğe umutsuz yığınlar biriktirirken kutuplaşmaya yol açacak uygulamaları devreye sokması, sorunu toplumsal kargaşaya çevirmektir.
Yıllar önce başörtüsünü yasaklayan zihniyetin tam tersi durum bugün sergilenmektedir. Başörtüsü serbestliğine yüzde yüz katılmakla birlikte karşı olduğum, başörtüsünün hem geçmiş yasakçı hükümetlerce, hem de bugünkü “özgürlükçü” hükümetler tarafından şovenist bir yaklaşımla kullanılarak, eğitim sisteminin buna alet edilmesidir. Her ne kadar demokratik olduğumuzu iddia etsek de hala “mahalle baskısının” her şeyin üstünde olduğu bir ülkenin vatandaşlarıyız. Hala başörtüsünün bağlanma şekli ile ya da etek boyları ile uğraşmaktan beslenen bir çoğunluk var. Henüz komşusunun yaşam şekline “karışmamakla”, komşusuna örnek olacak bir yaşam tarzı sergilemek arasındaki çizgiyi derinleştirmekle uğraşıyoruz. Her iki uç tehlikelidir. Her iki uçtaki aşırı davranışlar marjinaldir. İllaki toplumsal düzeni tehdit eden davranışlar eleştirilmelidir. Ancak bu eleştirilerin yapıcı olması mecburidir. Aksi taktirde bu kutuplaşma toplumu kökünden dinamitleyen bir çatışmayı körükleyecektir. Ne kızını başı kapalı olarak okula gönderen aileler, ne de başı açık olarak gönderen aileler birbirlerine karşı bir eziklik, ya da üstünlük duygusu içine girmemelidir, ve bunu karşı tarafa hissettirmemelidir. Çünkü eğitim kurumları giyim kuşam ile tarzını ortaya koyma yeri değil, yazının en başında da bahsedildiği gibi “teminatımız” olan çocukların, gençlerin ahlaken, vicdanen ve bilimsel olarak tam bir olgunluğa erişmek için eğitilebilecekleri yerlerdir.
Bunun için eğitim sisteminin yöneticilerine düşen sistemin dinamikleriyle her yönetim değişikliğinde oynamamaları, velilere düşen ise yalnızca kendi çocuğunun giyim kuşamı ve davranışıyla ilgilenmek olmalıdır.
Bireysel olarak her birey olgunluğa eriştiğinde bu topluma yansıyacak ve tam anlamıyla eğitimli, saygılı ve o hep özlenen ve olması istenen “muasır medeniyetler” seviyesine ulaşılacaktır….
Ahmet SAVAŞ /26.09.2014-Adana
0 yorum:
Yorum Gönder