23 Eylül 2014 Salı

SENİN DEVLETİN, BENİM TOPRAĞIM


“Bireysel  özgürlüğümüzün bittiği yerin diğer bireylerin özgürlüklerinin başladığı yer” olduğu kanısı genel kabul görmüş bir teoridir ve öyle olması da gerekir. Kişinin en temel hakkkı olan yaşama hakkına ne kadar müdahale ederseniz çatışma, kaos ortamını da o kadar körüklemiş olursunuz. Toplumun en temel yapı taşı bireyin kendisi olduğuna göre, toplumun gelişmişlik standardı bireyin gelişmişliği ile ölçülür. Henüz 10 yaşına gelmemiş çocukların zihinsel ve ruhsal yönden tam olgunluğa erişemediklerinin göstergesi, 5-10 dakika oyun oynayıp sonrasında kavga etmeleri, hemen arkasından da tekrar oyuna dalmalarıdır. Oysa eğitimini tamamlayarak gerçek manada olgunluğa erişmiş bireylerin sorunları çözme şekli konuşmak, konuşmak ve konuşmaktır.

Otuz yılı aşkın süredir “halkların özgürlüğü” yalanının arkasına saklanarak Güneydoğu illerini yakan, yıkan, haklarını savunduklarını iddia ettikleri vatandaşlarımızı, bebekleri bile gözünü kırpmadan öldüren, köyleri basan güdümlü terör örgütünün yönetici kadrosunu oluşturan kişilerinde sürekli kavga ortamından beslenmeye çalışması, tıpkı çocuk örneğinde olduğu gibi, olgunlaşmayan birey oldukları su götürmez bir gerçektir. Ancak kardeşlik, barış, özgürlük gibi, sözlüklerin en güzel kelimelerini sürekli dillerine dolayan bu kişilerin, hazır ellerinde siyaset gibi bir konuşma mecrası dururken, taşa sopaya sarılması da içlerindeki bastırılmış bir özgüven eksikliğinin göstergesidir.
Milletvekilliği ve belediye başkanlığı gibi gerçekten etkin makamları işgal edenlerin, davranışlarıyla toplum önünde tam bir olgunluk, nezaket ve hoşgörü sergilemesi gerekirken, düzeni bozmaya ön ayak olmasının, liderliğine soyundukları insanları galeyana getirmek için araziye inmesinin sorunun çözümüne hiçbir katkısı olmadığı gibi daha da kronikleşmesine sebep olacaktır.
Bu bakımdan askerin “belediye başkanına” karşı takındığı tavır doğrudur, desteklenmesi gereken bir tavırdır. Çünkü liderliğe soyunmuş bir siyasinin sarfettiği masumane “senin devletin” sözü, arkasında duran yığınlar arasında bir çığ gibi büyüyecek, önünde durulamayan bir ayrışma, ötekileşme düşüncesini tetikleyecektir. Oysaki hizmet aldığın, bütçesininden pay alabilmek için kapılarında beklediğin devlet “benim devletim” değil, hepimizin devletidir. Bu sözleriyle zaten kafalarında bir ayrışmayı çoktan gerçekleştirdiklerini de “beyan” etmişlerdir. Dolayısıyla “halkların özgürlükleri” masalının da sonuna gelinmiştir.
Gün itibariyle milletvekili, belediye başkanı gibi sıfatları adlarının önüne koyan bu kişilerin, taşıdıkları etiketin ağırlığı altında ezilecekleri ve o hep özlemini çektikleri, geçmişlerine, dağlara, mağaralara dönmekle mutlu olacaklarını bilmeleri lazımdır. Kişiliklerine ters düşen bir yaşam şekli yok olmalarının en büyük sebebi olacaktır. Askerinde itiraz ve cesurca bir tavırla “belediye başkanına” “burası benim devletimse, çıkın o zaman dışarı demesi” bizatihi karşısındaki kişiye değil, tümüyle ayıran, bölen ve “senin devletin” diyerek asıl amaçlarını ve düşüncelerini ortaya koyan tüm hayalperestlere söylenmiş gayet yerinde ve okkalı bir laftır.
“Açılım” söylevlerinin tümüyle taviz ve “tepemize çıkarma” ya dönüştüğü bu günlerde henüz kişisel olgunluğa erişememiş “etiketli” siyasilerin bu şovenist, yaygaracı ve kandan beslenen görüntüleri en küçüğünden en büyüğüne kadar tüm vatan, bayrak ve millet aşıklarının gözünden kaçmamalıdır. Artık konu “açılım” gibi sürekli görmezden gelinen bir sürece bağlanarak geçiştirilecek bir konu olmaktan çıkmıştır. Devlet Güneydoğuda gitgide otoriteyi kaybederken, ortaya sınırı yıkan, okullar açan, mahkemeler kuran, vergiler toplayan, yol kesip trafik polisliğine soyunan çapulcular çıkmıştır. Askerin sarfettiği cümle her ne kadar gururumuzu okşasa da, bıçağın kemiğe dayanmak üzere olduğunun en büyük göstergesidir. Asker o sözüyle, için için kendini yiyen gerçek vatan sevdalılarının yegane sözcüsü olmuştur. “Benim oğlum boşuna mu şehit oldu” diyen ananın babanın feryadını, ne güftesi ne bestesi ne de bestecisi belli olan “açılım” zırvalarına boğdurmamak, tek otoriter yetkili olan devletin yegane görevidir.
Yıkılan sınır kapıları, geçilen tel örgüler, askeri polisi dinlemeyen sözde “siyasi”lerin arkasından ortalığı toz duman altında bırakan göstericiler, uçuşan taşlar, yakılan okullar, zarar verilen kamusal alanlar tehlikenin çokta uzağında olmadığımızın kanıtıdır.
Vatan, Millet, Bayrak aşkına uyanık olun…

AHMET SAVAŞ / 23.09.2014-ADANA 

0 yorum:

Yorum Gönder