Güney sınırımızdan iki günde 100 bin insanın malını mülkünü, hayvanlarını bırakıp ülkemize giriş yapmış olması facianın hangi boyutta olduğunu gözler önüne sermektedir. Rahat koltuklarımızdan akşam haberlerinde çeyrek somun ekmeğini ağzına tıkıştıran Suriyeli çocukların gözündeki dünya bu iken, hayallerine nasıl pembe düşleri yerleştirebilecekler.
Artık ortadoğunun geri kalanı gibi Suriye de bir ateş çemberine dönüşmüş durumdadır. Bir yanda Esed güçleri, bir yanda ona muhalif olamaya çalışanlar diğer bir tarafta nerden beslendikleri, mezhep ayırmaksızın tüm müslümanlar için bir başbelası olsn IŞİD güçleri... her grup kendine verilen üstü örtülü misyonunu gerçekleştirmeye çalışıyor. Ancak gözden kaçan bir nokta var. Türkiye iki yıldan beri devam eden ve daha ilk kurşunun sıkıldığı anda bütün olacaklar gün gibi ayan olmuşken henüz bir politika uygulayamamaktadır. Sınırın öte tarafında iki gün bekletilen göçmenler, Ankara'nın talimatıyla sınırlarımızdan içeri, plansız, sayımsız ve bir "sürü" misali alınıyorlar. Ne kalacak yerleri, ne yiyecekleri planlanmadan ve en önemlisi de içlerinde kimlerin giriş yaptığını bilmediğimiz bu büyüklükte bir insan kitlesinin içeri alınması, önüne geçilemeyecek problemlerin oluşmasına yol açacaktır.
Ki bugün gazete haberlerine göre Diyarbakır Suruç'tan İstanbul, Ankara gibi batı şehirlerimize büyük insan akının olduğunu, bu akında hiçbir kontrolün olmadığını, kimin gidip kimin kaldığının bilinmediğini ve buna engel olunmadığını Suruç Belediye Başkanı bizzat açıklamıştır. Önceki göç dalgalarında gördüğümüz hatalar daha da kontrolsüz olarak son göç dalgasında da ortaya çıkmıştır. Yurdun dört bir tarafına dağılan Suriyeli göçmenler bugün artık mal mülk sahibi olmaya başlamışlar, esnaflığa soyunmuşlar, kayıtsız oldukları için maliyet düşünülerek bizim "düşüncesiz" işverenlerimiz tarafından "işçi" olarak tercih edilmişlerdir. Hükümet yetkilileri, Mülki Amirler istedikleri kadar nutuk atsınlar, ipin ucu bir kere kaçmıştır. Bu insanlar eninde sonunda şehirlerimize yerleşecek, komşumuz olacak, kültürleri ile rahatsız edecek ve huzuru bozacaklardır.
Tabii ki yardım edelim, aş ekmek verelim ama bunu asli unsurun olan kendi vatandaşlarını rahatsız etmeden, kamplardan ayrılmalarına izin vermeden ve elbet birgün geri dönmek üzere ancak misafir olarak kaldıklarını hatırlatarak yapalım. Bu bakımdan zamanın Dışişleri yönetimi olarak ülke mağdur edilmiş, sınırlarımızın dışında kalması gereken ateş, kapıların kontrolsüz açılması ile maalesef ülkemizin tüm şehirlerine sıçratılmıştır.
Tüm suçu Dış İşleri yönetimine yüklemek elbetteki adilane bir davranış olmaz. Maalesef nefsini maddi hırslarından kurtaramamış vatandaşlarımız da bu suça ortak olmuştur. Yüksek fiyatlarla evlerini dükkanlarını kiraya verenler, kayıtsız ve çok düşük ücretlerle (7 dil bilen Bilgisayar Mühendisini haftalık 100_TL'ye çalıştıran tanıdığım var) çalıştıranlar ve en kötüsü de namus tellallığına soyunupta uydurma nikahlarla Suriyeli kadınları, gencecik kızları "sermaye" yapanlar da en az o kapıların açılması talimatını verenler kadar suçludur.
Biz Suriyeli Kürt kardeşlerimize yardım etmekle övünürken, bebek katili hain PKK'lılar ve sempatizanlarının (adına BDP deyin, HPG deyin, DBP deyin, KCK deyin hepsi aynı) Güneydoğu şehirlerimizi karıştırmaya çalışmaları ve bunu güya "Halkların Özgürlükleri" adına yapıyor olmaları da problemin ayrı bir boyutudur. Madem "halk"çısınız mazlum kardeşlerinize yardım etsenize, hadi etmiyorsunuz bari ayakbağı olmasınıza. Yapamazlar. Çünkü içinde insan sevgisi olmayanlar, şu veya bu halk için sevgi besleyemez.
Bravo... Hep birlikte gemiyi deldik, batışını izliyoruz. Ama unutmayalım ki batan vatan gemisiyse içinde hiçbir halk sağ kalmaz. Yalnızca "batan geminin malları"nı afiyetle yiyecek o pis emperyalistlerin etini biraz daha semirtmiş oluruz.
Allah hakkı için, vatan aşkı, bayrak aşkı için uyanık olun....
Ahmet SAVAŞ / 22.09.2014-ADANA
0 yorum:
Yorum Gönder